Ana içeriğe atla

AĞCA İLE NEDEN MÜLAKAT YAPILMAZ?


• TRT, bu kadar itiraza ve eleştiriye rağmen Ağca mülakatını hala önemli bir gazetecilik başarısı olarak savunuyor. Oysa ki hem mesleki/teknik hem de siyasi ve vicdani açıdan bir katili televizyona çıkarmanın vebali büyüktür.


TRT’nin Mehmet Ali Ağca ile canlı olarak yayınladığı mülakat, medya ve siyaset çevrelerinde tartışma yarattı. AKP hükümetinin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da böyle bir mülakatın yapılmasına ve yayınlanmasına şiddetle karşı çıktı.
Konunun ayrıntılarına girmeden önce, bir gazetecilik türü/yöntemi olarak mülakat (İnterview) hakkında bazı kısa bilgilere ihtiyaç var: Bizde yanlış bir şekilde röportaj (Reportage, reporter fiilinden türemiş, bir şeyi bir yerden bir yere taşıma) adı verilen, eski dilde mülakat, yeni dilde söyleşi, gazetecinin genellikle bir kişi ile soru-cevap şeklindeki görüşmesinin yazıya geçirilmiş, radyo ya da ekrana taşınmış halidir. Söyleşi, haber değeri olan bir bilgiyi ve tabi ki ayrıca kamu yararı olan bir bilgiyi, başka herhangi bir kaynaktan (Arşiv, belge, rapor, araştırma…vs…) alamama durumunda, bu bilgiye sahip kişiden alma sanatıdır. Dolayısıyla burada, söyleşiyi yapan (İnterviewer) gazetecinin, hangi soruyu nasıl ve ne zaman soracağını iyi bilmesi gerektiği için söyleşi, öncesinden önemli hazırlıklar gerektiren bir dal. Özelikle televizyonda canlı yani naklen yayınlanması söz konusu olan bir söyleşi, ayrıca özel bir özen gerektirir. Söyleşi veren kişinin (İnterviewee) televizyonu kendi çıkarları ya da yasadışı veya gayrımeşru amaçlarla kullanmaması için, çoğu zaman olağandışı önlemler almak gerekir. Söyleşi, gazetecinin çizdiği rotada ve onun gözetim ve denetiminde yapılır (yapılmalı). Söyleşi, söyleşi veren kişinin istediği zaman istediğini söyleyebileceği bir serbest kürsü haline getirilmemelidir.

Sadece söyleşi yoluyla değil, televizyon (Gazete ya da radyo ve İnternet’te de) bir kamu alanı olması nedeniyle, siyasi-ideolojik-mesleki ve teknik sorumluluk gerektiren bir uğraş ve alan. Gazeteciliğin, televizyonculuğun, söyleşinin kural ve ilkeleri var. Hele gazete sayfasında, radyo ya da televizyonda yayınlandığı için geniş kitlelere ulaşacak olan bilgi, yorum, değerlendirme ve yaklaşımların mutlaka editorial süzgeçten geçmesi gerekir. Gazete yazısını arkadaşa yazılan mektup ya da günlükten ayırt eden de işte bu kural ve ilkelerdir. Radyo ya da televizyona çıktığımızda da, kural, ilke ve kamu sorumluluğu adına, evde ya da kahvede konuşur gibi konuşamayız.
Söyleşinin genel tanımı ve bir kamu alanı olarak medyanın yüklediği sorumluluklar açısından baktığımızda, TRT’nin Ağca mülakatının baştan aşağıya yanlış, hatalı, olumsuz hatta zararlı olduğunu saptayabiliriz.
Ağca hakkında, şimdiye kadar yerli ve yabancı basında yayınlanmış haber ve yorumlara baktığımızda, ayrıca çeşitli dönemlerdeki yargılanması sırasında verdiği ifade ve savunmalar okunduğunda, iddianame ve mahkeme kararları da göz önüne alındığında, açıkça çelişkili, tutarsız, temelsiz bilgi ve görüşlere sahip olduğunu anlamak çok güç değil. Mesih olduğunu öne süren bu kişi, megalomanik yaklaşımlarını çoğu zaman hezeyan içinde ifade etti.
TRT’de kendisiyle söyleşi yapan kişi, öngörüşmelerde Ağca’nın bu özelliklerini fark etmiş olması gerekir. Keza TRT’deki söyleşisi boyunca da bu tutumunu sürdürdü. Ağca, kendisi dahil kimsenin kanıtlayamayacağı iddialarda bulundu, Papa suikasti hakkında isim vererek bazı yetkilileri suçladı, ‘Dört imparatorluğu kullandım’ gibi gerçekle hiçbir ilgisi olmayan önermelerde bulundu. Böyle yapacağı aslında belli idi.
Ağca, söyleşi boyunca haber değeri ve kamu yararı olan hiçbir bilgi vermedi. Bir şiddet eylemi olan suikast konusunda da hiçbir olumsuz değerlendirmede bulunmadığı gibi dolaylı olarak suikasti savundu.
Ağca, söyleşi boyunca kamu alanında konuşan sorumlu bir kişi değil, herhangi bir tanıdığı ile özel alanda sohbet eden kişi kimliğindeydi.

TRT de, Ağca’nın bu niteliklerini, herhalde herkes gibi biliyordu. Öngörüşmelerde bu yaklaşımı konusunda herhangi bir değişiklik olmadığını saptamasına rağmen neden söyleşi yapmakta, hem de canlı olarak yayınlamakta, ısrar etti?

Ağca’nın kamuoyunda bilinen iki asal kimliği var: Abdi İpekçi’nin katili ve Papa’ya suikast düzenleyen kişi. Istanbul ve Roma’da gerçekleşen bu iki saldırının faili, TRT’ye sadece ‘Roma Kahramanı’ kılığında çıktı. Bu en hafif tabirle sahtekarlıktır. Ağca’nın katil yüzünü gizleyip, suikastçi cemalini de neredeyse gülümser gösteren TRT, çok büyük bir vebal altına girdi.
Bir iddiaya göre, Ağca, mülakat öncesi, İpekçi dosyasına girilmemesini şart koşmuş. Bu doğru ise ve TRT bu şartı kabul etmişse, kamu/devlet televizyonu daha da ağır bir suç işlemiştir.
İpekçi’nin katili Ağca, ‘Hiristiyanlığı kabul etmediği için 2 yıl yerine çok daha uzun süre hapiste yatmış’ bir kahraman olarak TRT ekranlarına çıkarılınca, bu,
Papa suikastini meşrulaştırmak anlamına gelir.

Bir katille televizyonda söyleşi yapılır mı? Televizyon, doğa ve kural olarak cinayet, şiddet, ayrımcılık değil, barış, huzur, dayanışmayı ilke edinen bir medya aracı ise, bu sorunun ilk yanıtı Hayır olmalıdır. Katilleri ekrana çıkarıp cinayeti nasıl işlediklerini anlattırmak da hukuken suç ortaklığı sayılır. Hele katil, cinayeti haklı ve meşru göstermeye kalkışırsa, bu, ikinci bir cinayet üstelik de televizyon aracılığıyla çoğullaştırıldığı/kitleselleştirildiği için biraz da meşrulaştırılmış, neredeyse haklı ve doğru bir cinayet reklamı haline dönüşebilir.
Ancak, bir katil, işlediği cinayetten pişman ise, başkasının zorlaması ya da teşviki ile cinayeti işlediğini itiraf edecekse, cinayetin ardındaki gizli güçleri teşhir edecekse, bu bilgiler haber değeri ve kamu yararı taşıdığı için medyada yer bulabilir. Yine de böyle bir durumda bile, tedbirli davranmak gerekir. Canlı yayın yerine denetlenmiş banttan yayın tercih edilmeli. Söyleşi yerine, bu bilgiler haber formatında verilirse olası tehlikeler bertaraf edilebilir.
TRT’nin Ağca mülakatında mesleki/teknik kural ve ilkelerin neredeyse tümü çiğnenirken, siyasi açıdan ve vicdanen de katil kitabı reklam mecrasına düşmüş olması trajik bir görünüm yaratıyor.
Değerli meslekdaşım Doğan Tılıç, birlikte katıldığımız bir televizyon haber bülteninde, işin bu reklam yönüne dikkat çekmekle birlikte, daha geniş açıdan bakıldığında TRT’nin Ağca’yı Kurtlar Vadisi’ndeki profillerden birine benzeterek kahramanlaştırdığını da saptadı. Doğru.
TRT, daha önce de Ergenekon davasında sanıkla tanık statüsü arasına sıkıştırılan Kanada’daki haham kimlikli Tuncay Güney’i de ekrana çıkartıp bilgisiz/belgesiz/temelsiz ithamlarına yer vermişti. Mahkeme, bilahare bu yayındaki suçlamaları yersiz bularak iddia sahibini ve yayıncıyı mahkum etti.
Şimdi atılması gereken birkaç adım var: Medyada yandaş yani iktidar yanlısı olan kalemlerin de bu konuda tutum almaları gerekir. Çoğunun TRT’de yüksek ücretlerle program yaptığı göz önünde tutulursa TRT’yi eleştirebilecek konumda olmadıklarını görüyoruz.
‘Yetmez Ama Evet’ şiarını benimsemiş kesimlerin de TRT’nin Ağca mülakatından sonra neyin yetip yetmediği konusunda herhalde daha açık bir fikir sahibi olduklarını da düşünebiliriz.
TR T’de bir programın nasıl yayınlandığını, ekrana çıkana kadar hangi süreçlerden geçtiğini bilenler, Ağca mülakatının üst yönetimin oluru olmadan yayınlanamayacağını kolaylıkla kestirebilir.13 Kasım Cumartesi akşamüstüne kadar Güney’in dışındaki, AKP sözcü ve yetkililerinin suskunluklarını koruması da manidar.
Bu durumda TRT’den sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç’ın Genel Müdür’den başlayıp programın tüm sorumlularını kapsayan bir soruşturma açması gerekir. Bu arada iletişim akademisyenleri, meslekdaşlar, yurttaşlar, başta doğrudan mağdur konumundaki İpekçi ailesi, ayrıca gazetecilik meslek kuruluşları gerekli hukuki girişimleri başlatmalı.
Bunlar yapılmaz veya sonuçları başarılı olmazsa, televizyon ekranları, katiller galerisine dönüşebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle