Ana içeriğe atla

Habere kan bulaştığında…


Siirt’de çocukların cinsel vahşeti ve İzmir’de ‘seri’ katil olayı hakkındaki haberlerde çok sayıda arıza var. Yurttaşı bilgilendirmekle, şiddet olayını bin bir gereksiz ayrıntıyla adeta saldırganlığı teşvik edercesine yayınlamak çok farklı şeyler. Olay mahallini ön plana çıkarıp ya da zanlının doğum yerine vurgu yapıp, top yekun bir kenti, bir milleti/bir etnik grubu karalamaya çalışmak çok yanlış üstelik de kasıtlı mı acaba? İki şey lazım: Doğru siyasi-ideolojik-mesleki duruş ve bir dizi ilke/kural.


Nisan sonu meydana gelen iki olay, Siirt’deki çocukların cinsel vahşeti ve İzmir’deki ‘seri katil’, medyaya haber olarak yansırken çeşitli sorunlara yol açtı.
Türk egemen medyasının profesyonellik düzeyinin bir kez daha test edilip başarısızlığın ortaya çıktığı bu iki örnekte, topyekün bir kent (Siirt) karalanırken, İzmir’deki katil zanlısının Nusaybinli kimliği, sorunun ayrıca siyasi-ideolojik boyutlarını ortaya çıkardı hatta kimi göndermelerin kasıtlı bir şekilde yapıldığını öne sürenler bile oldu.

Gazetecilik-habercilik, diğer mesleklerde olduğu gibi, mutlaka bir dizi kural ve ilke temelinde yapılmalı. Ancak, bu da yetersiz. Çünkü, haber verirken, kasıtlı ya da bilinçsiz gönderme ve çağrışımlara yol açabilecek sözcük, deyim ya da fotografların kullanımı ile nefret söylemini ateşlemek mümkün.

Yurttaş yerine düşünüp onun adına tavır benimsemek gibi çok cazip bir kamuoyu önderliğine soyunmak yerine, şiddet haberlerinde, gazetecinin, şiddeti onaylamayı/meşrulaştırmayı kesinlikle red edip, şiddet olayının tüm boyutlarını bilgi olarak toplayıp vermek ve şiddete yol açan nedenleri de irdeleyerek yansıtması gerekir. Gazeteci, şiddet karşısında tarafsız değildir, olamaz. Bu tutum esas olarak siyasi, ideolojik ya da ahlaki nedenlere değil, mesleki nedenlere dayanmalıdır. Gazetecilik, söz, yazı ve görüntü ile yapılan bir barış mesleği. Şiddet ise sözün bittiği yerde başladığı için söz, yazı ve görüntüye karşıdır. Şiddet ortamında (Çatışma ya da savaş) yapılan gazetecilik, özel bir habercilik (Savaş muhabirliği) türüdür. Bin bir engel ve tuzakla doludur.

Şiddet içeren haberlerin içeriğinde, doğrudan (Olay bağlamında) ya da dolaylı (Uzman görüşü, yorumu) olarak şiddetin olumsuzluğu, çıkmazları vurgulanmalıdır.

Nihayet gazetecilik/habercilik, aslında her zaman, ama özellikle savaş, çatışma, kriz ve gerginlik ortamlarında, toplumda barışı, huzuru, sukuneti, güveni sağlamak için yapılır. Gazetecilik, farklı görüş ve tutumdaki insanların birbirleriyle anlaşabilmeleri, hiç olmazsa diyalog kurabilmeleri amacıyla yapılır, yapılmalıdır. Bir kesimi bir diğer kesime karşı kışkırtmak, şiddeti övmek ya da meşrulaştırmak için değil.

Bu siyasi-ideolojik-mesleki girizgahtan sonra işin teknik yanına da bakalım:
Şiddet ve ayrımcılık içeren olayların haberleştirilmesinde mesleki olarak özel özen gösterilmesi dört ilke var:

- Medya, bir olayla ilgili bilgiyi yeniden üretip yaygınlaştırırken yani kamuya aktarıp toplumsallaştırırken, hakiki gerçeği medyatik gerçek haline getiriyor. Bu dönüşüm işlemi sırasında, kullandığımız her sözcük, her sıfat, her betimleme, hakiki gerçeğe ihanet etmeyip, onu en özlü, en doğru bir şekilde aktarmalı. Sıkı editoryal süzgeçler, yani olguların doğruluğunun denetimi ve olay haber getirilirken kullandığımız dil bu aşamada tayin edici öneme sahip.

- Bu tür haberlerde sağlanması gereken bir denge var: Kamunun özgür haber alma hakkına kavuşmasını sağlamamız gerekir. Ama bir yandan da gerek mağdurun gerekse zanlının kişilik haklarını ihlal etmemiz gerekir.

- Bu tür haberlerde belki de en fazla dikkat etmemiz gereken konu, şiddet ve ayrımcılığı özendirmemek hatta bu iki musibetin olumsuzluğunu vurgulayan bir yaklaşım benimsememiz gerekir.

- Özel olarak mağdur ve zanlı hakkında bilgi verirken yani haber yaparken, sadece olayla doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan bilgileri yayınlamak gerekir. Mağdur ya da zanlının olayla ilgili olmayan niteliklerini haberin içine katmak çoğu zaman son derece olumsuz veya anlamsız sonuçlara yol açabilir. Örneğin trafik kazasında ölen ya da yaralanan bir kişinin taraftarı olduğu futbol takımı, kaza ile hiçbir ilgisi olmadığı için habere konmaz. Keza bir mağdurun ya da zanlının doğum yeri, milliyeti, etnik kimliği de, olayla doğrudan bağlantılı değilse, ki çoğu zaman değildir, habere konmaz. Konursa tüm bir kent, bir milliyet ya da bir etnik grup mağdur ya da zanlı ile özdeşleştirilmiş olur.

Son Siirt haberlerinde olsun İzmir’deki ‘seri katil’ olayında olsun egemen medyanın önemli bir kesiminin bu ilkelere pek riayet etmediğini görüyoruz.
Bu nedenle de başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, siyasi iktidarın sözcüleri medyayı eleştirdi. Bu eleştirilerin kuşkusuz haklı ve doğru yanları var. Ne var ki, şimdiye kadar medyada, şiddet, ayrımcılık, pornografi gibi nefret söylemini hiç olmazsa yasal alanda önlemek için gerekli girişimleri gerçekleştirmemiş olan siyasi iktidarın aslında pek de yakınmaya hakkı olmasa gerek.

Cinsel şiddet/vahşet konusundaki doğru yaklaşım, muhafazakar ve ahlakçı bir tutum adına, bu tür haberleri görmezden gelip, işin toplumsal, kültürel, psikolojik köken ve nedenlerini gizlemek değildir. Bu tür vahşet içeren olaylar haberleştirilirken, farklı düzlemlerdeki uzmanların katkılarıyla, sorun açık bir şekilde aydınlatılmalı, tartışılmalı, önlemler gündeme gelmeli.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle