Ana içeriğe atla

TARAF'IN BELGESİ/BELGENİN TARAFLARI

Birgün gazetesinin sorularına yanıtlar:



1- Henüz iddia aşamasındaki bilgilerin araştırılmadan yayınlanmasının, gazetecilik açısından tehlikesi nedir?


Gazetecinin temel görevlerinden biri, -belki de birincisi- iddia, duyum, söylenti, açıklama hatta bilgi ya da belge olarak sunulan materyalin, yayından önce doğruluğunu mutlaka denetlemektir. Çünkü haberciliğin birinci kuralı/gereksinimi kamuya iletilen bilginin DOĞRU olmasıdır. Bilgi kirliliğine karşı mücadele için bu denetim şarttır. Gazeteye ulaşan/ulaştırılan herhangi bir bilginin denetlenmeden yayınlanmasının sayısız sakıncaları/tehlikeleri var. Öncelikle bu bilgiyi yayınlayan gazetenin, bilgi yanlış ise, inanırlığı/güvenirliği/prestiji azalır. Çünkü böyle bir tutum, gazetecinin profesyonelliği hakkında kuşku yaratır. Nihayet, okur açısından bakıldığında, gazete okura, doğruluğu denetlenmemiş belki de yanlış bilgi vermiş olur.

2- TSK, AKP ve Gülen Cemaati konunun tarafları. Haberi, ilke olarak en az iki kaynaktan doğrulatmak gerekmiyor mu ?


Evet, haber değeri taşıyan her bilgi, yayınlanmadan önce en az iki kaynaktan doğrulanmalı. Üstelik sözkonusu kaynaklar da bellidir: Belgede imzası bulunan askeri yetkili ile Genel Kurmay'dan sorumlu bir yetkilinin mutlaka görüşü/onayı alınmalıydı. Bu somut vakada muhabir, 'Genelkurmay'dan üst düzey emekli bir general'den belgenin doğruluğunu denetlediğini açıkladı. Emekli bir general, bu konuda doğrulama/denetleme yapabilecek sağlam/güvenilir/bilgi sahibi bir kaynak olarak gösterilemez.
TSK, AKP ve Gülen cemaatini ilgilendiren bu belgenin, gerçek veya sahte olması tartışması bir yana, Türk egemen medyasının belki de yüzde 90'ı bu üç kutuptan bir şekilde biriyle organik ya da siyasi-ideolojik bağlantı içinde olması nedeniyle, bu haberi doğru dürüst yayınlayamaz. Çünkü habercilik her üç kutuptan bağımsızlık ya da her üç kutuba eşit mesafede durmayı zorunlu kılar. Nitekim, egemen medyaya baktığımızda, belgeyle ilgili haber ve bilgi yerine tartışmanın bizatihi tarafları haline gelmiş olan medya organlarının kanaat ve yorum ürettiğini görüyoruz. Her gazete, bu konuda, kendi siyasi-ideolojik tutumunu savunuyor.


3- Belgenin doğru olduğunu söyleyen ve kabul etmeyen iki taraf var. Gazeteci ''önemli'' bir belgeyi teyit etmek için ne yapmalı? Türkiye şartlarında bu tür belgeleri doğrulatmak mümkün mü?

Taraf gazetesi Türkiye'nin önemli tabularından biri olan TSK konusunda yankı yaratan haberler yayınladı. Ne var ki bu gazetenin haberciliği/yayın politikası tartışmalı. Geçmişte de aynı kaynaktan çıktığı/sağlandığı belli olan ve aynı kutba vuran belgeler yayınladı. Kaynağın şimdiye kadar servis ettiği belgelerin orijinal olduğu belirlendi. Ne var ki, beş kez hatta on kez hakiki belge sağlayan bir kutup, 11. keresinde sahte bir belge servis edebilir. Taraf ile sözkonusu kaynak arasında artık mesafe kalmamış durumda. Sadece temas var. Üstelik Taraf, sadece bu tür belgeleri yayınlayan bir gazete olarak nam salmaya başladı. Bu durum da, Taraf'ın, ciddi bir gazete olmaktan çok, bir kaynağın yayın organı haline gelmesi demek. Taraf, bu sefer de, Türkiye'de bir çok gazetenin/gazetecinin yaptığı gibi, sürati de bahane ederek, belgeyi denetlemeden yayınladı. Sonra da Altan ve Çongar'ın kaleminden belgenin gerçek olup olmadığı konusunda ihtimaller içeren yazılar yayınlandı. Böylece gazetenin yöneticileri, belgeyi denetlemeden yayınladıklarını itiraf etmiş oldular.
Bir belgenin gerçek olup olmadığını teyit etmek çok zor bir gazetecilik çalışması olmasa gerek. Ortada imzalı ve antetli bir belge -fotokopi olsa da- var ise, önce belge incelenir. Fotokopide tahrifat yapılıp yapılmadığı ve imza, uzmanlara incelettirilir. Yazının puntosu, karakteri, gerçekliği kanıtlanmış diğer belgelerle kıyaslanır. Yazının içeriği daha önce yayınlanmış gerçek belgelerle kıyaslanır. Kullanılan sözcükler, deyimler, format eski gerçek belgelerle kıyaslanır. Tüm bu inceleme-araştırma gazeteciye, belgenin doğruluğu konusunda bir dizi ipucu sağlayıp kanaat oluşturmuşsa, belge imza sahibine gösterilir ve görüşü istenir. Keza, belge, eşzamanlı olarak, antetin sahibi, Genel Kurmay'ın bir yetkilisine gösterilir ve görüşü istenir.
Türkiye şartlarında, belge üzerindeki inceleme-araştırmayı yapmak mümkündür, çok da zor bir iş değildir. İkinci aşama olan, imza sahibi ve Genel Kurmay'dan görüş almak ise büyük bir ihtimalle çok zor ya da imkansız gibi görünse de mutlaka denenmelidir. İadeli taahütlü mektup, kurye ve e-mail hatta bizzat Genel Kurmay karargahına kadar gidip belge ilgili iki kişiye elden bile teslim edilebilirdi. Belge, imza sahibine ve Genel Kurmay'a ulaştıktan sonra, muhattapların yanıt vermesi için makul bir süre tanımak gerekir. Gazete, ancak bu süre içinde gelecek yanıtları/görüşleri yayınlayacağını, aksi takdirde belirlenen tarihte belgeyi ya da içeriğini, imzalayan kişi ve kurumun görüşleri olmadan yayınlayacağını açıklar. Tüm bunlar yapılsaydı, Taraf profesyonel davranmış olurdu. İtham altındaki imza sahibi kişi ile kurumun da makul süre içindeki olası sessizliği ikrar olarak yorumlanabilirdi. Ayrıca itham edilen kişi ve kuruma da söz/savunma hakkı verilmiş olurdu. İmza sahibi ve kurum, belgenin sahte olduğunu belgelere dayanarak, ikna edici ve ayrıntılı gerekçelerle açıklasa da, haber değeri azalmazdı. O zaman bu belgenin kim tarafından nasıl hazırlandığı araştırması/tartışması gündeme gelirdi ki, bu da yine gazetecinin yanısıra askeri/sivil makamların görev alanına girerdi.



4- Yayından hemen sonra Genel Kurmay Başkanlığı, tepkisini yayın yasağı getirerek gösterdi. Bu yasağı nasıl değerlendiriyorsunuz?


Yayın yasağı, ancak olağanüstü durumlarda, özellikle de kamu çıkarı açısından yakın tehlike tehditi sözkonusu olduğunda (Mesela kamu güvenliği), ayrıntılı ve ikna edici bir gerekçe ile uygulanabilecek bir önlem. Türkiye'de ise daha çok ideolojik, siyasi çıkar temelinde yayın yasağı uygulanıyor. Genel Kurmay'ın belge karşısındaki ilk refleksi yayın yasağı oldu ki, bu bile başlı başına belgenin niteliği konusunda kuşku yaratıyor/yarattı. Üstelik yayın yasağı kararı Genel Kurmay'a doğrudan bağımlı askeri savcılık tarafından alındı. Ama yayın yasağı o kadar anlamsız ve işlevsiz bir mekanizma ki, yayın yasağını önce Başbakan ardından Genel Kurmay Başkanlığı çiğnedi. Belge hakkında yazı, yorum yazmayan, konuşma yapmayan kalmadı.
Oysa ki doğru tutum, belge yayınlandıktan hemen sonra, Genel Kurmay'ın yapacağı ilk açıklamada, belgenin içeriğine kesinlikle katılmadıkları belirtilmeli, belgenin emir-komuta zinciri dışında hazırlandığı açıklanmalı ve belgenin hazırlanma ve yayınlanma koşulları hakkında soruşturma açıldığı ve sorumluların ağır bir şekilde cezalandırılacağı bildirilmeliydi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd