Ana içeriğe atla

Faili Meçhul Kağıt Parçası!

Orgeneral Başbuğ'un basın toplantısında yepyeni bir şey yok. Sorulmayan sorular var. Gündeme giren 'Asimetrik Psikolojik Savaş' üzerinde de durmak gerek



Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un bugünkü (26 Haziran Cuma) bir saat on dakikalık basın toplantısından ilk izlenim ve tahlilleri üç ana başlık altında toplamaya çalışacağım:

1- Yeni bir şey yok

Orgeneral Başbuğ'un açıklamalarında gerek bilgi gerekse tutum olarak yeni bir şey yok.Belge/kağıt parçasının yazarı, amacı, basına sızdırılması konusunda şimdiye kadar açıklanmamış bir bilgi olmadığı gibi, Askeri Savcılığın kararının tekrarı ve savunması Başbuğ'un ilk bölüm konuşmasını oluşturdu. Özellikle bu bölümü 'sert bir savunma' olarak nitelemek mümkün. Başbuğ, belge/kağıt parçası hakkında yeni/önemli bir bilgiye sahip olsaydı, tüm basın toplantısında söyledikleri önemli ve anlamlı olabilirdi. Başbuğ, bir yandan soruşturmanın yeniden açılabileceğini söylerken, bir yandan da belgenin bir kağıt parçası olduğunu yineledi. Çelişkili ve riskli bir yaklaşım

2- Sorulmayan sorular

32 generale karşı medyanın Ankara temsilcileri ve bazı muhabirlerin katıldığı basın toplantısında sorulması gereken bir kaç soru sorulmadı. Başbuğ'un bazı bilgi yanlışlarına da gazeteciler müdahale edebilirdi. Olmadı. Neden, bilemem.
1- Belge yayınlandıktan sonra neden basın yasağı konuldu? Bu yasağı bilahare bizzat kendisinin ve Başbakanın çiğnemesi nasıl değerlendirilir? Bugün bu basın toplantısını düzenleyerek basın yasağını çiğnemiyor musunuz?
2- Sözkonusu belge/kağıt parçasının Ergenekon soruşturması sırasında polis tarafından ele geçirilmesinin, gerek Ergenekon bağlantısı gerekse Emniyet Müdürlüğü açısından anlamı nedir?
3- İsim vermeden Mehmet Altan'ı eleştiren hatta cahillikle suçlayan Başbuğ, Altan'ın 'Askeri Yargıtay, Askeri Danıştay' tezini tahrif ederek sadece 'Askeri Mahkemelerden' söz etti. Star temsilcisi söz alarak bunu düzeltebilirdi.
4- Başbuğ, Askeri mahkemelerin bağımsız olduğunu söylediğinde, eleştirinin sadece Mahkemelere değil özel olarak Askeri Savcılara (Çünkü emir üzerine soruşturma açmışlardı) yönelik olduğu belirtilmeli, askeri savcıların gerek atama gerekse sicil amirlerinin kimliği nedeniyle bağımsız olmadıkları hatırlatılmalıydı.

3- Medya mülahazları

a) Başbuğ'un somut örneklerle yaptığı gazetecilik/habercilik eleştirisi genellikle doğru idi. Uğur Mumcu'dan da alıntı yaparak medyaya yönelik eleştirisi, kendi görev alanında olmamasına rağmen olumlu sayılabilir. Salondaki gazetecilerin tümünün bu konuda sessizliği koruması manidar!
b) Başbuğ, çatışmanın/yıpratmanın medya üzerinden yapıldığını söyledi. Bu tesbit de doğru ancak başka türlüsü de herhalde düşünülemezdi.
c)Gelelim bu basın toplantısında gündeme gelen 'Asimetrik Psikolojik Harekat' (APH) deyimine, işlev ve anlamına. Savaş teorisyeni Clausewitch'in tezlerinden kaynaklanan bu deyim, yakın zamanda özellikle de 11 Eylül'den sonra Pentagon ve Nato'nun literatür ve terminolojisinde sık kullanılan askeri bir deyim. 'Asimetrik', çok güçlü bir rakibe karşı, zayıf bir tarafın, geleneksel ve hukuki olmayan yöntemlerle mücadele etmesi/savaşması anlamına geliyor. Başbuğ, bu deyimi kullanarak, rakiplerini, yani kendi deyimiyle 'TSK'yı yıpratmaya çalışan güçleri', dolaylı olarak teröristlikle itham ediyor. Bu tesbit doğru mu?
Evet bugün Türk egemen medyasında, özellikle AKP'ye yakın medya organlarında TSK aleyhinde bir eleştiri kampanyasının yürütüldüğünü görüyoruz. Ne var ki bu kampanyanın asimetrik ve psikolojik olduğunu kanıtlayan herhangi bir emare, bir kanıt yok. Başbuğ, şimdiye kadar tabu ya da dokunulmazlık zırhına sahip olan TSK'nın eleştirilmeye başlamasını APH ile açıklayabilir ama somut gerçek bu yaklaşımı doğrulamıyor. TSK, kendisine yönelik eleştirileri şimdiye kadar açık, net, şeffaf bir şekilde yanıtlama beceresini/yeteneğini gösteremediği için (Şemdinli savcısı, bulunan silahların kime ait olduğu, Andıç, Lahika...vs...) çeşitli kesimlerce eleştirilmeye devam ediliyor.

Sonuç olarak, bir kesimin 'darbe hazırlık planı' olarak betimlediği bir belgeyi diğer kesim 'kağıt parçası' olarak niteliyor. Bu da kutuplaşmanın kesafetini anlatıyor. Milli Güvenlik Kurulu ya da sivil savcılığın hatta medyanın da yumuşatamayacağı kadar kesif ve keskin bir kutuplaşma...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd