Ana içeriğe atla

Ertuğrul Özkök’ün Gazetecilik Devrimi: ÖZELLEŞTİRME


• Ertuğrul Özkök, Ayşe Arman’ı öveyim derken büyük bir çam daha devirdi. Gazeteciliğin kamusal çıkar işlevini inkar eden magazincilik türünü yüceltirken, Gonzo Gazeteciliği reklamı yaptı. Ama acaba Özkök, Gonzo’nun ne anlama geldiğini, hangi bağlamda kullanıldığını biliyor mu? Biliyorsa, yazdıkları daha da vahim!




Gazetesini, militarist bir deyimle ‘Türk Medyasının Amiral Gemisi’ olarak tanımlayan Özkök, dolayısıyla kendisini de bir ihtimal ‘Deniz Kuvvetleri Komutanı’ olarak görüyor. 12 Eylül ve darbeci Kenan Evren’e sık sık övgüler düzdüğünü hesaba katarsak, Özkök, 80’lerden itibaren Türkiye fikir dünyasına yerleşen liberal ideolojinin medya alanındaki en tipik temsilcisi hatta kendisine göre lideri.

2 Mayıs 2009 Cumartesi tarihli Hürriyet’te yayınlanan ‘Ayşe Arman Gazeteciliği’ başlıklı yazısında Özkök bir dizi ilginç itirafta bulunuyor, bu arada Türkiye gazeteciliğine ilişkin bazı tespit ve yorumlar yazıyor.

Başlayalım:

’’BAZILARINIZ megalomanyak diyecek ama ben, Babıali’ye devrim yapmak için geldim.

Yeni insanlar bulmak, gazetecilikte yeni zihniyetler, yeni rol modelleri yaratmak iddiasındaydım.’’


Çok güzel bir girizgah. Gerçekten de Paris’te iletişim sosyolojisi doktorasını yeni tamamlamış genç bir akademisyen olarak, Orhan Birgit’in arabuluculuğu ile 80’li yılların başında Simavi Vakfında Hürriyet çalışanlarına kurslar, seminerler düzenleyen Özkök, o dönemin basınındaki olumsuzlukları saptamış olsa gerek ki, bugün böyle iddialı satırlar yazıyor.

Bu girizgah cümlelerindeki ‘Devrim’ sözcüğü, öyle siyasal-ideolojik çağrışımı olan bir kelime değil. İsyana merhaba demeden ‘Elveda’ diye bir kitap da yazmış olan Özkök’ün devrimden anladığı tamamen kişisel ve sadece kariyerle ilgili bir kavram. Bir tek amacı var onun: İktidar. Zaten bizzat kendisini ‘Avustralyalı’ olarak tanımlaması da hedefini açığa vurmuştur. İngilizcede ‘Avustralyalı’, çevreden gelip merkeze konanlar için kullanılan bir deyim. Özkök, üniversitede iken medya ile pardon Hürriyet ile tanıştı ve çok sonraları da ‘Ben pop bir akademisyendim’ diyerek, medya alanının kendisi için ne kadar ciddi bir mecra olduğunu kabullenmiş oldu. Oysa ki, ünlü bir gazetecilik duayeninin bedava sponsorluğu ile yazılan doktora tezi, vakti zamanında Enis Batur tarafından yayınlanmış olmasına rağmen, Özkök, gazeteciliğe adım attıktan sonra, o dönem için önemli sayılan kitabının yeni baskılarını hiç bir zaman yapmadı. Çünkü kitapta esas olarak doğruları savunuyor, Ankara temsilciliği ile başladığı gazetecilik kariyerinde ise doktora tezinde yazdıklarının neredeyse tam tersini uyguluyordu. Aslında ‘Pop Akademisyen’ filan değildi ama ‘Pop Gazeteci’ olabilmek için elinden geleni yaptı.

Özkök’ün kritik biyografisini yazacak değilim. Ama Cumartesi günkü yazısında savundukları meslek adına infial uyandırdı bende.
Ayşe Arman’ı övmek için kaleme aldığı yazıda, inandırıcılık oranını artırmak için ıvır zıvır yalan-yanlış bilgiler eşliğinde gazeteciliğin ana kimliği olan kamu çıkarı savunuculuğuna aklınca ince ince karşı çıkıyor. Neymiş efendim, Abdi İpekçi-Uğur Mumcu’nun temsil ettiği gazetecilik anlayışlarına karşı ‘Ayşe Arman Gazeteciliğini’ yaratmış!

Özkök büyük bir ihtimalle bu konuda cahil, -Bu durum hoş olmasa da affedilebilir- ya da bilerek tahrifat yapıyor. Çünkü Türk medyasında, Özkök’ün ‘Arman Gazeteciliği’ diyerek markalaştırmaya çalıştığı, reklamını yaptığı tür, yani magazinci yaklaşım/ ‘light journalism’ taa 1897’de Abdullah Cevdet’in Cenevre’de yayınladığı Jön Türklerin yayın organı konumundaki ‘Osmanlı’ gazetesinde bile mevcut. Cevdet’in ‘İçtihad’ın İçtihadı’ başlığıyla derlenen seçme yazıları Mustafa Gündüz tarafından geçen yıl Lotus yayınlarında çıktı. O dönemden bugüne Türk basınında her zaman bu tür yazılar, köşeler vardı. Kimi müstear isimlerle (Mesela Hakkı Devrim) kimi gerçek kimlikleriyle (Mesela Yalçın Pekşen) sosyete/magazin/people gazeteciliğinden örnekler verdi.
Ayşe Arman da bu ekolde çağdaş bir isim. Bu konum da kendisinden çok, dönemin ideolojik-kültürel atmosferinden kaynaklanıyor. Gazeteciliğe rahmetli Ercan Arıklı ve mesleki olarak çoktan mütevvefa Hıncal Uluç’un önderliğinde başlayan Arman (Kılavuzu karga olanın...), birinci tekil şahsı seleflerinden daha sık kullanma gibi bir özelliği olmasının yanısıra mahreme girme konusunda da mesleki nine ve dedelerini geride bırakmıştır. Özkök’ün de atıfta bulunma mecburiyetini hisettiği ‘Tampax Gazeteciliği’ deyiminden de anlaşılacağı üzere, sadece kendisini ilgilendiren adet günlerini yazmış olmasıyla Türk Basın Tarihinde herhalde mümtaz bir mevki kazanmıştır. Bilahare hamilelik ve doğum günlüklerini de köşesine yansıtarak ‘Lohusa Gazeteciliğin’ parlak örneklerini sergilemiştir. Özkök’ün övdüğü anlayış, bir kamu alanı olan gazetecilikle, tamamen özel hayata ait olan ‘Hatıra Defteri Yazarlığını’ karıştırma, birbirinin yerine koyma anlayışıdır. Arman hatıra defterlerini, özel günlüklerini kitap olarak yayınlasa, edebiyat eleştirmenleri hariç kimsenin diyeceği bir şey yoktur herhalde. Ancak, kimi zaman tam sayfa ‘bir kadın gazetecinin’özel hayatına ayrılıyorsa, bu, yüzlerce, binlerce insanı ilgilendiren başka haber ve yazıların gazetede yer almaması anlamına gelir.

Türkiye’de 1980 darbesinin, dünya çapında neo-liberal rüzgarların esmesiyle kesişmesi tesadüf olmasa gerek. Arman, toplumla birey, bizle ben arasındaki dengelerin altüst olduğu dönemin bir ürünü. Keza, kamu çıkarına çalışan bir çok kuruluşun yok pahasına satılarak özelleştirildiği dönemde de, Arman, gazeteciliğin özelleştirilmesinin sıradan bir aracı, hatta sembol-aracı haline getirildi.
Yanlış anlaşılmasın, ben magazin gazeteciliğine ilke olarak karşı filan değilim. Aksine Abdullah Cevdet ve Yalçın Pekşen örneklerinde olduğu gibi başarılı magazin gazeteciliğinin de, yani ille de toplumsal olması gerekmeyen, ama ‘Human Touch/Human İnterest’ tabir edilen yani ‘İnsana Değen/İnsanı İlgilendiren’ tekil yaşamların acı-tatlı yanlarını aktaran haberciliğin önem ve anlamını biliyorum.
Ama Arman’ın ve her gazetedeki Arman klonlarının yaptığı başka bir şey. Bu tarza Özkök ‘Gonzo’ gazeteciliği (GG) diyor.
Hemen ‘GG’nin ilk akla gelen tanımına gidelim:

‘’ Gonzo gazeteciliği, öznel bir şekilde yazılan, çoğu zaman muhabiri de haberin bir parçası haline getiren ve olayı birinci tekil şahısta anlatan bir gazetecilik uslubudur. Bu uslupta olgusal olanla kurgusal olan karıştırılarak verilmek istenen mesaj vurgulanır ve okur bağıtlanır. Gonzo sözcüğü ilk kez 1970 yılında Hunter S. Thompson’un bir yazısını betimlemek üzere kullanıldı. Thompson da bilahare bu uslubu yaygınlaştırdı. (...) Gonzo gazeteciliği, haberin doğruluğundan çok usluba önem verir ve izlenip aktarılan konu ya da olay hakkında bağlam yaratmak için çoğu zaman kişisel deneyimlere ve duygulara yer verir. Gonzo gazeteciliği, gazetelerin öncelik verdiği ‘cilalanmış’ ve edit edilmiş ürünlerine yüz vermez, konunun çetrefil yönlerini deşmeye çalışır. Gonzo gazeteciliğinde, alıntı yapmak, istihza, mizah, abartı ve hatta hakaret yaygın olarak kullanılır''. (Wikipedia, Gonzo Journalism)
Anlaşıldı mı?
Bugünkü gazeteciliğin en önemli eksikliği olan doğruluğu tamamen pas geçen bu tarzı övmenin altında ne yatıyor?
Arman da büyük bir ihtimalle bu tanıma karşı çıkacak, kendisini öveyim derken yerin dibine batıran Özkök’e hafif de olsa serzenişde bulunacak (mı?).
Özkök, galiba farkında değil ama Gonzo tabiri, meslekte olumsuz çağrışımı olan pejoratif bir deyim. Mesela tıp dünyasında operatörler, başarısız meslekdaşlarından söz ederken ‘Bırak yahu kasabın teki...’ derler ya, gonzo da gazetecilikte aşağı yukarı o anlama geliyor. Ben şimdiye kadar yerli ya da yabancı literatürde Gonzo sözcüğünü olumlu olarak kullanan bir tek Özkök’e rastladım. Bu da ona yeter!
Cehaletin cesareti mi, iktidarın kibiri mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle