Ana içeriğe atla

Muhalefeti Sorgulamak

Express dergisinin 25 Mart-25 Nisan tarihli 93. sayısında yayınlandı. Mavi Daktilo(*)


* Yakında yüz yaşına basacak olan haftalık siyasi mizah gazetesi Canard Enchainé meğerse iktidarlarla ne dolaplar çeviriyormuş. ‘Hakiki Ördek’ kitabı ciddi bir gazetecilik araştırması. ‘Son Choron’ filminde de Hara Kiri ve Charlie Hebdo’nun kurucusu Profesör Choron ile bugünkü çakma anarşistler kıyaslanıyor. Muhalefet de sorgulanmalı, eleştiri de eleştirilmeli ki....





Geçen ay bir eğitim semineri vesilesiyle beş gün Brüksel’de üç gün de Paris’te kaldım. Batı kentlerinde eş-dost, meslekdaş ziyaretlerinin yanısıra vaktimin büyük bir kısmı kitapçılarda, plakçılarda ve sinemalarda geçti. Yılda en az iki-üç kez bu kentlere gidince insan, değişimleri, farklılıkları daha iyi, daha kolay algılayabiliyor. Hele sözkonusu kentlerde sizin gibi yaşayan, düşünen, çalışan insanlar, arkadaşlarınız varsa, onlarla yaptığınız periyodik muhabbetler sayesinde bu toplumlarda olup biten, gazete ve kitaplarda izleyemeyeceğiniz gelişmeleri de öğrenmeye çalışıyorsunuz.

Bu yazıda bir filmle bir kitaptan sözedeceğim sadece: ‘Le Vrai Canard’ (Hakiki Ördek) ve ‘Choron Dernière’ (Son Choron).

Ördek, benim belki de 40 yıldır, nerede olursam olayım, her hafta aç kurtlar gibi saldırıp her satırında uzun uzun tefekkür ettiğim, Paris’te ‘Çarşamba günleri yayınlanan siyasi mizah gazetesi’ Canard Enchainé, yani ‘Zincirli Ördek’. Ördek, argoda ‘gazete’ demek. Matbaa işçileri de o kadar yaratıcı ve gerçekçidir ki, jargonlarında gazeteye bir de ‘menteur’ (Yalancı) derler.

Canard, Birinci Dünya Savaşından bu yana, bir tek santim ilan-reklam almadan, başta Tanrı ve Kilise olmak üzere tüm iktidarlara, tüm hükümetlere, tüm dingo ve zirzoplara bıyık altından gülümseten satirik yaklaşımıyla, çizgi ve sözcüklerle, yani karikatür ve haberlerle karşı çıkar, mücadele eder, dalga geçer.
Canard, Fransız basınının vicdanıdır biraz da. Çünkü başka hiç bir gazetenin yayınlamaya cesaret edemediği yazı, haber ve araştırmaları yayınlar. Bu nedenle de Canard, sadece kadrolu 25 gazetecisinin ürünü değil, Fransız egemen medyasında çalışan her hakiki gazetecinin de haberle, bilgiyle, ipucu hatta dosyayla desteklediği bir sonuçtur. Bu 25 gazetecinin Fransa’nın en yüksek maaş alan gazetecileri olduğunu yeni öğrendim. Bu meslekdaşlar idare ve teknik bölümündeki diğer meslekdaşlarıyla birlikte aynı zamanda gazetenin hisse sahipleri. Çoğu 50’sini hatta 60’ını aşmış kıdemli gazeteciler, genç ve orta kuşak meslekdaşlarının da katkısıyla bir yandan önemli araştırma-soruşturma dosyalarını oluştururken, bir yandan da iktidar kulislerinde dolaşan tüm fısıltı ve dedikoduları da, tabi bu arada çok sayıda özel haberi de, her Çarşamba topu topu ama dolu dolu 8 büyük boy sayfaya yansıtıyor. Canard bugüne kadar Fransız siyaset ya da ekonomi dünyasını altüst eden skandalları somut haberciliğiyle, belgeleriyle teşhir ettiği gibi mesela sadece Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki kimi özel görüşmeleri de alıntılarla yani kelimesi kelimesine yazmış bir gazete. Belli ki üst düzeylerde çok iyi, çok sağlam, güvenilir haber kaynakları var. Kiliseye, ruhban sınıfına, orduya, militarizme, tabi ki faşizme ve ırkçılığa kesin bir şekilde habercilikle ve alayla karşı çıkan Canard, kaçınılmaz olarak sadece bir iffet abidesi değil. Yakın zamana kadar yazıişlerinde kadına yer vermeyen Canard, galiba 2000 yılından bu yana giderek yaşlanan ve yaşlı hatta yaşlıların gazetesi olma tehlikesiyle karşı karşıya.
İki gazeteci, Karl Laske (Libération) ve Laurent Valdiguié (Paris-Match), Le Vrai Canard/Hakiki Ördek (1) başlıklı 485 sayfalık kitapta Canard’ı enlemesine boylamasına inceleyip tahlil etmişler ve sonuç olarak Ördeğin öyle pek de matah bir muhalefet yapmadığını olgulara, belgelere, söyleşi ve röportajlara dayanarak sergilemişler. İki gazetecinin bu kapsamlı irdelemesinde Canard’ın öteki yüzü teşhir ediliyor. Bundan bir kaç yıl önce de ‘La Face Cachee du Monde’ (Le Monde’un Gizli Yüzü) (2)adlı kitapta aynı irdeleme/sorgulama/teşhir çalışmasını yine iki gazeteci yapmıştı. Laske ile Valdiguié’nin esas olarak yaptıkları, bir yandan Canard koleksiyonunu sıkı bir şekilde taramak, sonra Canard’la ilgili tüm yayınları (gizli polis raporları dahil) incelemek, boş kalan noktaları, çelişkileri, istifhamları, kuşkulu noktaları da olayın kahramanlarıyla yapılan söyleşilerle aydınlatmaya çalışmak. Kitabın ana fikri belki de şöyle özetlenebilir: Canard, aslında sanıldığı kadar bağımsız ve özgür değil. Evet iyi habercilik yapıyorlar, ama çoğu zaman egemen sınıfın farklı kesimlerinin kendi aralarındaki çelişkileri kullanıyor hatta onları kışkırtıyorlar hatta bazen de iki kesimden birinin sözcüsü olabiliyorlar, ki gazetecilik/habercilik açısından vahim Canard’ın bir kara deliği de, bazı kişi ve kurumlara hiç bulaşmaması. Örneğin Fransa’da yakın zamana kadar egemen güç olan De Gaulle’cü siyasi akımlarla 80’lerden bu yana palazlanan liberal akımlar arasında kah De Gaullecülerin kah liberallerin, abartmadan belirtelim oyuncağı haline bile gelmişler. Sosyalist Partinin eski genel sekreteri François Hollande aleyhinde bir tek satır yok. Çünkü bu zat Canard’ın neredeyse daimi katkıcılarından biri. Paris eski belediye başkanı Tiberi ve eşinin özel hayali günlükleri olsun şimdilerde yayınlanan Carla Bruni’nin yine özel hayali günlükleri aslında hep içeriden geliyor. Ya da yeni binaya istihbarat servisleri tarafından yerleştirilen gizli dinleme sistemiyle ilgili ayrıntılı bilgiler istihbarat servisi ya da polis teşkilatı içinden gelen bilgiler sayesinde deşifre oluyor...Kitapta belki de en ilginç bölümlerden biri Canard’ın neredeyse hiç bir zaman eleştirmeye yeltenmediği keismlerle ilgili. Canard’ın yıllık yemekli toplantısı ilginçtir devletin zirvesinin buluştuğu bir toplantı. Eski Cumhurbaşkanları, eski ve yeni bakanlar, parti liderleri Canard’ın bu geleneksel yemeklerinde hep hazır ve nazır.
Kuşkusuz tüm bu yaklaşım ve davranışlar, Canard’ın, daha doğrusu gazete yönetiminin ideolojisi ve yayın politikasıyla yakından ilgili. Bir tür resmi anarşizan çizgiyi benimsemiş olan Canard, bizdeki tercümesiyle sol söylemli ulusalcı cenahın sözcüsü. Vakti zamanında aşırı-sağcı muhabirlere bile kadrosunda yer vermiş olan Canard’ın özellikle polis teşkilatında hem de üst düzeyde ‘antenleri’ bir başka deyişle dostları var. Bu dostlar, Canard’ın gücü ve prestiji sayesinde rakiplerine kolayca olumsuz sıfatlar takabiliyor. Sağa da sola da eşit uzaklıkta durmaya çalışan Canard, zaman zaman ‘Ne sağcıyız ne solcuyuz’ sloganını benimseyebiliyor. Gazete içinde de öyle pek demokratik bir ortam olmadığını yazıyor iki gazeteci. Yazıları sansür edilip işinden olan Canard yazar ve muhabilerinin öyküleri de var. Aslında kitabın yazarları, Canard’a kara çalmak maksadını taşımadıklarını baştan belirtiyor. Canard’ın büyüklüğünü, olumlu yanlarını da kuşkusuz kabul ediyorlar. Ne var ki, kitabın yayına hazırlık aşamasında, Laske ve Valdiguié’nin söyleşi önerisini rededen Canard yönetimi, kitap yayınlandıktan sonra üç sayı üst üste kitapdaki bazı iddia ve suçlamalara yanıt vermek zorunda kaldı. Canard, bu kitabın salvosuyla yara aldı kuşkusuz. Masumiyet eksikliği ve iktidarla girift ilişkileri teşhir oldu. Le Monde’un Gizli Yüzü kitabı, dönemin ücretli yazı işleri müdürü Edwy Plenel’in gazeteden ayrılmasına neden olmuştu. Le Vrai Canard, Ördeğin herhangi bir yöneticisini işinden etmedi. Edemezdi de, çünkü Canard’ın sahipleri, özellikle de çok sayıda hisse senedi sahibi olan yöneticiler. İnsan kendini kendi işinden çıkaracak değil ya...

Canard’ın azgın ve belki de üvey kardeşi Charlie Hebdo’nun geçmişi de belgesel sinemacı Pierre Carles(3) ve karikatürist Martin’in gerçekleştirdikleri ‘Choron Dernière’ filmiyle eleştiri masasına yatırıldı. Film, Charlie Hebdo ve babası Hara Kiri’nin kurucusu Profesör Choron’u anlatıyor. Şimdiki Charlie Hebdo’nun başında da anarşist görünümlü bir ulusalcı, yarı-zamanlı filozof, çeyrek-zamanlı şarkıcı Philippe Val ve arkadaşlarının kendi dergilerinin kurucusu Profesör Choron karşısındaki nazik olmayan reddiyeci yaklaşımını vurguluyor.
Choron, Hindi Çin’de savaşmış bir asker, sonra yayıncılık işine girmiş. Dolayısıyla orduyu iyi biliyor, Alsace-Lorraine kökenli dolayısıyla dindarlık hakkında pratik bilgileri de var. Biraz bizdeki yatılı ortaokul düzeyindeki belden aşağı hatta iğrenç mizahıyla tabu tanımaz bir akımın sözcüsü. Genel olarak ayyaş hertürlü burjuva ahlakı anlayış, uygulama ve ritüellerine otomatik ve refleks olarak karşı. Solcu filan değil. Popüler anarşist. Carles ve Martin filmde, yeni Charlie’cilerle kurucu Charlie’ciler/Hara Kiriciler arasındaki değişim ve çelişkileri deşiyor. Aslında her iki akıma da eleştirel yaklaşıyor ama belli ki gönlü daha çok eskilerden yana.

Sonuç olarak bu kitap ve bu film , muhalefetin sorgulanması ya da eleştirinin eleştirisi niteliğinde yapıtlar. Aydınlanma’dan ve 1789’dan bu yana Fransa’da felsefi, siyasi ve kültürel alanda eleştiri, belki de temel itici güç. Kilise ve Tanrı dahil hiç bir güç ilahi değil ve eleştiri kapsamının dışında tutulmuyor. Hele her alandaki iktidar da mutlaka eleştirilmeli rasyonel Fransız düşüncesi gereği. İşte bu gelenek Voltaire, Rousseau, Sartre, Foucault ve nihayet Bourdieu’leri yarattı. Eleştiri de aslında bir eleştiri konusu. Muhalefeti sorgulamak, eleştiriyi eleştirmek bizim için yeni yaklaşımlar olsa gerek. Henüz aklı başında, ruhu yüreğinde bir muhalefet oluşamamışken ve eleştirilecek ciddi bir eleştiri filizlenmemişken muhalefeti sorgulamak ya da eleştiriyi eleştirmek pek güç.(4)


(1) Le Vrai Canard, K.Laske-L.Valdiguié, Stock, Paris, 2008
(2) La face Cachée du Monde, P.Péan-P.Cohen, Milles et Une Nuits, Paris, 2003. Bu kitap konusunda biri Virgül dergisinde ikisi BİA’da yayınlanmış üç yazı:
* Duran, Ragıp, “Hubert Beuve-Mêry’yi Öldürdüler!: Le Monde’un Kirli Çamaşırları”, sayı 67, s. 22
* http://bianet.org/bianet/kategori/bianet/96549/yoneten-calisanlara-mi-isverene-mi-sorumlu
* http://bianet.org/bianet/kategori/bianet/51173/ihtirasli-iktidarin-hazin-sonu
(3) Pierre Carles Fransız egemen medyası konusunda önemli eleştirel belgeseler çekti. Sosyolog Pierre Bourdieu hakkında da ‘Sosyoloji bir mücadele sporudur’ başlıklı belgeseli çekti.
(4) Hakan Erdem’in Tarih-lenk’inde Türkiye’de eleştirinin eksikliğinin derin ve ayrıntılı bir açıklaması gerekçe ve nedenleriyle birlikte anlatılıyor.



(*) Mavi Daktilo, Nokta dergisinde, 1988 Kasım’ından itibaren yaklaşık iki yıl boyunca yayınlanan köşenin başlığıydı. Ercan Arıklı yönetimindeki Nokta dergisinde Arda Uskan,Yücel Göktürk, Haşmet Babaoğlu, Aydın Demirer,Ayşe Önal, Serhat Öztürk ve daha başka doğru dürüst gazeteciler vardı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd