Ana içeriğe atla

Savcı, Balbay’a haber atlattı!

Star Gazetesi/ AÇIK GÖRÜŞ,30 Mart 2009 Pazartesi


Cumhuriyet gazetesi sicil ve künye olarak zaten çürük ve sabıkalı. Sol görünümü, söylemi bazılarını aldatmış olabilir. Kemalizm ne kadar sol ise Cumhuriyet de o kadar ilerici... Şimdilerde darbeciliğe yeni bir urba bulmaya çalışıyorlar: Gazetecilik!




MUSTAFA Balbay’ın başına gelenler aslında çok da şaşırtıcı değil. Çünkü Türkiye’de matbuat-basın-medya ortamının kısa geçmişini ve ana motiflerini az çok bilenler, Balbay’ın bu dünyada o iflah olmaz elitist iktidar hastalığına kronik olarak yakalandığını görüyor. Türk gazeteciliğinin leitmotifi iktidardır, biliyorsunuz değil mi? Bu yazılı káğıt fabrikaları korporasyonu içinde, Cumhuriyet gibi solcu görünümlü aşırı devletçi, aşırı Kemalist ve aşırı sağcı bir gazetenin Ankara temsilcisi kimliğini taşıyan bir kişi, siyasi konjonktüre göre ya hapse düşer ya da bakanlık koltuğuna oturur. Bu Ankara temsilcileri çoğunlukla aslında gazetelerinin Ankara temsilcisi değil, devletin gazetedeki temsilcisi gibi davranır. (Devletle hükümetin farkının ortaya çıkmaya başladığı son 5-6 yıldır bu alanda eskiye oranla olumlu gelişmelerin yaşandığını saptayalım). Devletin müştemilatı gibi çalışan gazetelerin Ankara temsilcileri, başkentte devlet stajını geçtikten sonra İstanbul’a Genel Yayın Yönetmeni olarak tayin edilir.

Nadi gazeteci miydi!

Cumhuriyet gazetesinin sicili bozuktur. Balbay’ın ve onun hamilerinin atası Yunus Nadi, Amerikalılardan çok önce ‘Embedded Gazeteciliği’ (İliştirilmiş değil yapıştırılmış hatta zamklanmış. Nereye? İktidara tabi ki) keşfetmiş ve uygulamış bir duayendir: Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası yanından ayrılmayıp not tutan/dikte alan Nadi, ertesi gün başyazı olarak tırnaksız bir şekilde Mustafa Kemal’in cümlelerine sahip çıkıp birinci sayfadaki köşesine döküyor, yeni rejimin propagandistliğini yapmaktan çekinmiyordu. O zamanlar da bu faaliyetin gazetecilik olduğunu iddia edenler oldu. Gerçi sonraları Yunus Bey’le Mustafa Kemal’in anlaşmazlığa düştüğünü biliyoruz ama bu daha çok iktidar içi bir küçük çelişme...

Bakanlığa terfi yolları

Gazetenin köklerinde bile bir sorun var. Ermeni tezinin (Pardon Sözde Ermeni terzinin) mülküne el koymak hoş bir şey değil tabi. Yayın politikası da medya mülkiyetine göre ve bu mülkiyetin siyasi-ideolojik tercihleriyle şekilleniyor. Mesela Faik Bulut’un ‘Türk Basınında Kürtler’ başlıklı çalışmasında Cumhuriyet’in ve Yunus Nadi’nin Kürtler hakkında Şeyh Said ve Dersim İsyanları sırasında ve sonrasında yazdığı galiz küfürler, hakaretler hem Ceza Mahkemelerinin ilgi alanına giriyor, hem de ırkçılık literatürüne.

Cumhuriyet’in yayın politikasında laiklik adına olsa bile din, dindarlık, İslamiyet hakkında da, jakoben elitizmden kaynaklanan çok rahatsız edici renkler, çizgiler var. Cumhuriyet rejiminde feodal ilişki örneği olarak Yunus Nadi’den bayrağı devralan oğlu Nadir Nadi’nin iki şey sevdiği söylenir: Keman ve Hitler. Özellikle Viyana’daki gençlik günlerinden, haber ve röportajlarından bunu çıkarmak kolay. Kemanın anlaşılan pek bir getirisi olmamış ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi yanlısı yayınlar, Almanlardan gelen sponsorluklar birçok belgede saptanmış durumda. Küçük Nadi, galiba kemandan çok Hitler’i seviyor olmalı ki, Nazım Hikmet’in fotoğrafını yayınlayıp okurları tükürmeye çağıracak kadar alçalmış bir geçmişi var bu gazetenin. Balbay’ın akıl hocası ve aynı davanın sanığı İlhan Selçuk’un, 9 Mart darbecilerini neredeyse bir konsey üyesi gibi yönlendirdiğini yaşı müsait olanlar hatırlıyor. Galiba en çok da o zamanlar pek muhteşem bir konumda olmayan Mahir Kaynak biliyor. Balbay’ı şahsen ve mesleki olarak tanıyanlar, onun tüm bu darbe tezgáhtarlığını kendi başına yapamayacak kadar temiz ve iyi niyetli olduğunu bilir. Balbay’ın kafasında öyle kuyrukları birbirine değmeyen onlarca tilki filan da yoktur. Hatta mahkemeye çıkıp ‘Ben Ankara temsilcisiyim, yaptığım her iş, attığım her adım İlhan Abi’nin bilgisi dáhilindedir. O ne dediyse ben onu yaptım’ dese, hatta bu cümleleri ince bir sesle telaffuz etse hákim belki de onun reşit olmadığına hükmedip beraat kararı bile verebilir.

Akıl hocası Selçuk olanın

Balbay, silahsız bir Yakup Cemil olarak Cumhuriyet gazetesinin kurbanı oldu bence. (Yakup Cemil; Babıali baskınında Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı vuran İttihat ve Terakki üyesi.) Çünkü bu gazetede, Hasan Cemal dönemi hariç, liyakat, gazetecilik kriterlerine göre değil, büyük resmi ideolojiye ama özellikle de onun gazetedeki küçük yetkili bayisine sadakatle ölçülür oldu. Gazeteciliğe Balbay ile başlamış olanların mesleki kariyerlerini inceleyin, bugün neredeyse hiçbiri Cumhuriyet’te değil. Çünkü onlar Selçuklu İmparatorluğundan ayrılıp ya kendi küçük beyliklerini kurdu ya da bağımsız gazetecilik yapmaya çalıştı. Cumhuriyet gazetesindeki atmosfer ‘Laiklik / Kemalizm elden gidiyor’ görünümlü ‘İktidar / imtiyazlarımız elden gidiyor’ atmosferi. Hani Şişli’de Teşvikiye’de belirli bir yaşın üzerindeki süslü püslü hanımefendi ya da bobstil beyefendilerin ‘Ay şekerim bu köylüler İstanbul’u bastı’ muhabbeti vardır ya...

Türkiye’de gazetecilik kültür ve değerleri ne yazık ki çoğu zaman iktidara yakınlıkla ölçülür hale geldi. Şimdiki Cumhuriyet ailesinin önündeki iktidar bulvarı neredeyse tamamen kapanınca İttihat Terakki refleksleri yeniden güç kazandı. ‘Cahil halk’ bu gazeteyi okumaz olunca, ‘Biz de, bizi okuyan askerlerle darbe yapar, iktidar gazetesi oluruz’ dediler herhalde. Darbe, onların gözünde ve dilinde, kısa yoldan zahmetsiz ve bu arada halksız daha doğrusu halka rağmen, topluma karşı iktidara geçme anlamına geliyor. Öyle olsaydı Balbay bugün Bakan koltuğunda olurdu. E biz ve bizim gibilere de ‘görüşmecimiz yeşil soğan’...

Muhabir mi muhbir mi?

Gazetecilik açısından bakıldığında herhangi bir haberci böylesine önemli bilgilere ulaşma imkánına sahip olduğu zaman bunu ileride kitap yapacağım, not olarak saklıyorum şeklinde savunmaya giremez. Evet, gazetecinin görevidir. Herkesle görüşür. Darbe yapmak isteyenlerle de sivillerle de görüşür ama aldığı bilgiyi medyası aracılığıyla kamuya iletmek üzere iş yapar. Burada Balbay’ın bu işleri bu şekilde yapmadığını görüyoruz. Öte yandan gazeteci, darbe yanlısı olamaz, olmaz. Gazeteci şiddetten, gayri yasal yollara bulaşmaktan, meşru zemine karşı çıkmaktan kesinlikle uzak durmalıdır.

Üstelik burada Mustafa Balbay bir gazeteci, muhabirlik yapan bir gazeteci işlevi yerine darbe yanlısı bir fikri oluşuma katkı sunan biri olarak görünüyor. Yani burada Balbay ve diğer gazeteciler sosyal, siyasal, askeri olaylarda aktör ya da yan aktör olarak yer almış. Gazeteci/muhabir aktör olmaz, olmamalı, aktörle ilgili bilgileri okura ileten kişi olmalı.

Şener Eruygur da yapılan toplantılara herkesi çağırmıyor. Balbay ve diğerlerini de haber yapsınlar diye çağırmıyor. Kendisine destek olsun diye çağırıyor, bilgilendiriyor. Bir başka deyişle kullanıyor.

Mesleğe de darbe...

Yani gazetecilik faaliyeti çerçevesinde bir basın toplantısı değil gizli bir toplantıdır bu. Belli ki, Balbay ve diğerleri de gazeteci kimliğiyle orada bulunmuyor. Doğru mesleki tutum, gazetecilik kıstasının gereği, bu toplantının teşhiridir. Çünkü önemli bir haberdir, demokrasi karşıtıdır. Burada bir sorun var. Bir başka açıdan bakarsak soruşturmanın gizliliği ilkesi ve suç saptanana kadar herkesin suçsuz olduğu ilkesi çiğneniyor. Yapılan yayınlardan sonra Balbay kamuoyunda darbe yanlısı bir suçlu olarak görülüyor. Eğer öyleyse bu yayının mahkeme kararıyla birlikte devreye girmesi daha iyi olurdu. Ne var ki gazeteciliğin sınırları sadece hukuk ve yasalar tarafından belirlenmiyor. Eğer sadece hukuk ve yasaların izin ve onay verdiği bilgiler haberleştirilecek olursa çok kısır ve neredeyse sadece resmi gazetecilik yapılırdı.

Cumhuriyet ve Balbay, ‘Gergin Yıllar’ başlıklı bir diziye başlama girişimini ilan ederek haber atladığını itiraf etmiş oldu. Ayrıca Balbay’ın açıklamaları günlüklerin ‘esas olarak’ doğru ve otantik olduğunun da biri itirafı. Öte yandan askeri ya da sivil bir takım iktidar odaklarıyla kimi komplolara katılan ilk ve tek gazeteci Balbay da değildir. Geçmişte de bugün de siyasi iktidarla birlikte, onların yetkilileriyle katıldıkları herkese açık olmayan toplantıların her bir ayrıntısını tüm gazetecilerin yazmadığını da biliyoruz. Ama burada Balbay’ın yanı sıra gazetecilik mesleği ağır bir darbe almıştır. O bakımdan gazetecinin tüm iktidar odaklarıyla ilişkileri konusunda eşit mesafede durup sadece habercilik yapması gerekliliği ortaya çıkıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd