Ana içeriğe atla

HABERTÜRK MAALESEF...

Ciner grubunun Fatih Altaylı önderliğinde yayınladığı günlük gazete çıkalı on beş gün oldu. Bir gazetenin kimliği/kaderi ilk 10 günde belli olur. Günlük gazetecilikte kervan, yolda düzülmez. Bir gazete ilk başta ne ise, sonra da odur, öyle kolay kolay radikal/önemli/büyük değişiklikler yapıl(a)maz.
Habertürk gazetesi yayına başladığından bu yana, gazetelerde ve internet sitelerinde gazetecilikten anlayan anlamayan bir çok insan, yeni gazeteye ilişkin görüş ve değerlendirmelerini yazdı. Değerlendirmelerin çoğu olumsuz idi. Ama bu yazıların arasında, ‘her şeyi bilen adam görünümlü hiç bir şeyi bilmeyen adam’ sayılan Hıncal Uluç’unki, Habertürk’ü her zamanki abartılı uslubuyla övdü, Altaylı öğütler verdi. Sabah gazetesindeki köşesinde suyu kaynayan Uluç, böylelikle bir nazar boncuğu da Ciner grubuna göndermiş oldu.
Habertürk’le ilgili diğer değerlendirmelerde, köşe yazarlarının fakirliği ile kağıdın cinsi, gazetenin boyutu dışında herhangi bir değişiklik olmadığı, gazetenin ruhsuz-kimliksiz olduğu, maliyetinin dengesizliği konularında eleştiriler vardı.
Gazetenin tirajı süratle geriye doğru ilerlerken, acil ve klasik promosyon harekatları düzenleniyor ama reklamverenler bu dinamizmi hala ve henüz farketmemiş durumda.
İnternet, bazı konularda pek de iyi bir şey değil. Çünkü mesela Habertürk sitesinde gazetenin ilk çıktığı gün yayınlanan bir yazıda rakiplerin promosyon ilanları ile adeta alay ediliyor. Aynı sitede bir kaç gün önce de Habertürk’ün mucizevi (!) yeni promosyon ürünü ciddi bir haber uslubuyla tanıtıldı. Bir gazete tiraj yükseltmek için, hele daha ilk başlarda promosyona başvurmaya başladıysa, bu gazetenin haber politikası....
Altaylı’nın gazete çıkmadan önce reklam-promosyon kontenjanından yayınlanan söyleşi ve haberlerde, ‘High Definition’ gazete, ‘Babıâli’nin en iyi kadrosu’ gibi hiç bir somut temeli olmayan sloganvari açıklamaları çıtayı ne kadar yükseğe yerleştirdiğini ilan ediyordu. Anlaşılan kendisi ‘Büyük lokma ye, büyük konuşma’ uyarısından bihaberdi.
Hazırlıklar uzun sürdü, kriz döneminde biraz gecikmeyle reklam kampanyası başladı.
Bu kampanya da sorunluydu. Kampanya rasyoneli iki temel konuda yanıldı:
• ‘Gelmiş geçmiş tek değişik gazete’ ana sloganı, Habertürk’e, 150-160 yıllık Türkiye basın tarihinde kendi kendine mümtaz bir konum sağlaması açısından alçakgönüllülükten ve yüksekgerçeklikten pek uzak bir slogan. Ayrıca soyut bir sıfat olarak ‘değişik’ sözcüğünün kime/neye gönderme yaptığı belli olmadığı için değişikliğin de pek bir anlamı kalmadı. Kimden değişik? Ne açıdan değişik?
• Reklam kampanyası, normalde Habertürk’ün rakibi bile olmaması gereken Taraf ve Sözcü gazetelerini bile gündeme getirdi. Ortaokul Türkçe tahrir ödevi düzeyindeki kelime oyunlarıyla Habertürk, aklınca mevcut tüm gazete okurlarını olası hedef kitlesi yapmıştı. Habertürk kendini tanımlayamadı, değişiklik uğruna kendisini başkalarına göre konumlandırdı üstelik de o konumlandırmada farkını, değişikliğini vurgulayamadı. Belki de kendine has bir tanımı yoktu, bir konum da bulamadı, vurgulanacak değişiklik/fark da pek gizliydi demek ki...

Habertürk gazetesinin reklam ajansı, sinizm büyük ödüllerine aday galiba. Gazete çıktıktan sonra televizyonlarda dönen reklamlarda, ailede 5 kişinin birer gazete okuduğu sahnede, Habertürk muhalifi 6. kişi olan baba, oğlunun mealen ‘Bu Habertürk aslında tek gazete ama beş gazete’ demesi karşısında bir ‘Hadi canım’ çekiyor ki, çok gerçekçi...
Çünkü beşi bir yerde de olsa, Habertürk’ün 5 eki bence de bir tek gazete bile etmiyor. Kağıt kalabalığı, çok renkli resimler, parmakları kirletmeyen kağıt ve mürekkep iyi gazetecilik için ille de gerekli şeyler değil.
Altaylı bir söyleşide, Türkiye’de medyanın ikiye bölündüğünü, bir grubun hükümetin arkasında yer aldığını diğer grubun da muhalefet ettiğini belirterek, mealen, ‘Biz, ne birinci ne de ikinci gruba dahiliz, biz ortada bir yerde olacağız’ demişti. (Gazete çıkarmak için bu kadar muğlak ve sığ gözlem ve tahlil yapılırsa sonuç parlak olmaz). Gazete çıkınca gördük, Altaylı haklıymış. Habertürk’ün yayın politikası o kadar ruhsuz, kimliksiz ki, gazetenin bu yoğun kutuplaşmış siyaset/ideoloji/kültür gündeminde/sahnesinde nerede saf tuttuğunu anlamak pek kolay değil. Saf tutmadan herkesi çatısı altında birleştirmeye çalışanlar siyasette de medyada da şimdiye kadar başarılı olamadı. Laik/İslamcı ve/veya Türk/Kürt ya da Ordu/Toplum gibi keskin çelişmelerin tartışıldığı bu toplumda yeni çıkan bir gazetenin, tamam tabi ki radikal bir militan gibi mevcut ikilemlerden birinin bayraktarlığını yapmasını beklemesek de, kimliği/konumu/duruşu hakkında minimum bir ipucu oluşturacak, flu da olsa bir işaret gerekmez mi? Diyelim mevcut kutuplaşmalara karşısınız, mevcut ikilemlere girmek niyetinde değilsiniz – ki bu çok mümkün hatta gerekli- o zaman üçüncü seçeneği gündeme getirmeniz gerekir ki buna da gazetecilikde yeni perspektif denir. Siyaset tayin edici... Çünkü bir gazetenin esas/temel kimliği, yayın politikasıdır (editorial policy). Yayın politikası Türkiye özelinde bir dizi soruya somut, net, ayrıntılı yanıtlar vererek oluşturulur. Şimdilik sadece 5 konu:
• ABD’yi, küreselleşmeyi nasıl algılıyoruz, nasıl yorumluyoruz?
• Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin özü nedir?
• Siyasal islam, ılımlı islam nedir? Bizim bu akıma karşı duruşumuz nedir?
• Haber nedir? Gazete-haber ilişkisi nedir?
• Biz ne tür bir gazete yapmak istiyoruz?

Altaylı, habere, haberciliğe, muhabirlere önem vereceklerini söylemişti. Haklı ve doğru bir tutumdu bu. Ama gazeteye baktığımızda haber, habercilik ve muhabir düzeyinde diğer gazetelerden ‘değişik’ herhangi bir unsura rastlamak imkansız.
Daha önce yazmıştım (Bkz. Eski zihniyetle yeni gazete, 28 Ekim 2008, www.apoletlimedya.blogspot.com) gerçekten yeni gazete çıkarabilmek için öncelikle eski ya da mevcut gazetelerin yapısal ve konjonktürel olumsuzluklarını, eksikliklerini, aksaklıklarını saptamak gerekirdi.Altaylı açısından aynaya bakmak yeterliydi aslında. Belli ki böyle bir etüd yapılmamış. Medya mülkiyeti konusunda zaten handikaplı bir konumda olan Habertürk gazetesi, siyasi/ideolojik iktidar, medya, haber gibi temel kavramlar konusunda da herhangi bir entelektüel çalışma yapmamış.Halbuki bu konuda Genel Kurmay Başkanlığına akıl fikir önerebilecek düzeyde, akademik ünvanlı, tek kaşı kalkık uzman yazarları var. Gazetenin çıkma hazırlıkları sırasında öyle pek de kolektif bir ruh oluşamadığını, Habertürk’e gelip giden gazeteci sayısından da anladık.
Gazetenin çıkış ‘timing’i de müthiş yani. İşyerleri kapanıyor, işsizler çoğalıyor, iflaslar artıyor, tüm mali ve ekonomik göstergeler olumsuz...Krizin tüm gücüyle tezahür ettiği bir dönemde Habertürk bayiilerde. Ancak 23 Nisan Genel Yayın Yönetmeni yapabilir böyle bir planlama...
Habertürk’ün çıktığı ilk gün, aşırı iyi niyetli bir tahlil/tahmin yapıp, ‘Ortaya karışık salata gibi gazete yapmışlar ama Türk halkı da karışık salatayı sever’ demiştim. Sonra Habertürk’ü süpermarkete benzettim. İlk bakışta her şey var. Ama herhangi bir ürünü almak için bir çekicilik yok. Üstelik de başka süpermarketlerde de olan ürünler raflarda. Fiyatlar da ucuz değil. Reklam tarifesi mesela Hürriyet’inki kadarmış, indirim de yapmıyorlarmış. Kibirdir yorulup yollarda kalan...
Sonuç olarak, dünyayı, siyaseti, Türkiye’yi, gazetecilik kültürünü doğru dürüst izleyip yorumlayabilen bir öncü kadroya gerek vardı. Entelektüel birikimi, eleştirel yaklaşımı ve gazeteci ‘touch’ ı gerekiyordu. Kolektif ruh dolayısıyla birlikte çalışma kültürü lazımdı.
Bunların hiç biri Habertürk yönetiminde maalesef yoktu. Başka bir grupta var mı, ondan da pek emin değilim.
‘Gelmiş geçmiş tek değişik gazete’ ha?
Toprağı bol olsun Ece Ayhan, 5-6 yıl Çanakkale’de kaldıktan sonra Istanbul’a gelmişti. Kendisine sormuştum:
• Siz görmeyeli Istanbul’da en çok değişmiş?
Cevabı hala aklımda:
• Çok değişim olmuş çok. Değişim müthiş. Ama hiç bir gelişim yok!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle