Ana içeriğe atla

NEVZAT TANDOĞAN’IN KÜRTÇE TELEVİZYONU


Resmi terminolojiye göre ‘çok dilli kanal’ TRT6, 24 saat Kürtçe yayın yapacak. Başbakan’ın bile Kürtçe olarak hayırlar dilediği kanalın kime nasıl hizmet vereceğini henüz ayrıntılı olarak bilmiyoruz. TRT6, RojTV ve Kurdistan TV ile nasıl rekabet edecek onu da göreceğiz.



1 Ocak 2009 akşamı TRT2 televizyon kanalında ‘TRT’nin yeni ‘Çok Dilli Kanalı’nın açılış töreni naklen yayınlanıyordu. Bakanlar, milletvekilleri, Genel Müdürler, ‘kıymetli basın mensupları’ hepsi oradaydı. Kürsüye gelen yetkililer, öyle çok fazla isim vermeden, ayrıntıya girmeden ‘aslında binlerce yıldır birlikte yaşadığımızı’, ‘hepimizin aynı gemide olduğunu’ filan söylediler. Daha ileri gidenler, bu kanalın ‘milli birlik ve beraberliği güçlendireceğini’ belirttiler. Türkçe bilmeyen ‘cahil köylü kadınların’ bu televizyon kanalı sayesinde bilgileneceklerini söyledi Diyarbakırlı bir ‘Güneydoğulu’. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ise trajik bir görüntü sergiledi: Tören öncesi TRT’ye yaptığı açıklamada mealen, ‘Ben 6-7 yaşına kadar Türkçe bilmezdim.Bu nedenle TRT 6’nın deneme yayınlarını az da olsa izlerken anlıyordum söylenenleri...’ dedi. Sonra davetliler hep birlikte salona alındı. Saat tam 19.00’da İstiklal Marşı ile kanal resmen yayına başlamış oldu. Bölgedeki ya da Irak, Suriye ve İran’daki Kürtler, Türkçe bilmeyen Kürtler ‘Kahraman ırkıma bir gül’ dizesini anladılar mı? Nasıl yorumladılar bilinmez.
Türk devletinin Kürtçe televizyon kanalı ‘Ey Raqip...’ marşıyla başlayamaz mıydı? Rojin konseriyle devam etti açılış programı.
Kısacası resmi açılış boyunca ‘Kürt’, ‘Kürtçe’, ‘Kürt kültürü’ sözcükleri itina ile kullanılmadı. Tüm konuşmalar Türkçe yapıldı. Galiba kanalın koordinatörü konumundaki kişi hariç, hiç bir Kürt de kürsüye çıkamadı. Kürtçe kanalın Kürtsüz açılış töreni...

Hakkını teslim etmek gerekir, AKP’nin demokrasi konusundaki vicdan vantrilogu Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, törende yaptığı konuşmada Kürtçe konuştuğu, şarkı söylemek istediği için insanların başına gelenleri hatırlattı. İsim vermeden Ahmet Kaya’ya saygılarını gönderdi. Geçmişin olumsuzluklarına atıfta bulundu.

Baştan hemen kabul edelim ki, Kürtleri ve Kürt dilini kültürünü inkar politikalarının iflasını somut olarak belgeleyen TRT6’nın yayına başlaması olumlu bir gelişme. Tüm olumsuzluklara, sıkıntılara rağmen, Kürtlerin son olarak 1984’den bu yana verdikleri mücadele, Avrupa Birliğinin baskıları ve Türkiye demokrat ve liberallerinin talepleri sayesinde, devlet eskiden varlığını bile kabul etmediği bir dille kendi resmi radyo ve televizyonundan yayın yapmak zorunda kaldı. Açılış töreninde de ortaya bariz bir şekilde çıkan sıkıntı, devlet kademesinin bu Kürt meselesini, Kürtçeyi, Kürtlüğü henüz kavrayıp hazmedemediğini gösteriyor. Zaten devletin eski zihniyetini hala savunmaya çalışan MHP ya da BBP gibi partilerin sözcüleri ve taşlaşmış Kemalist seçkinler Tek Millet/Tek Bayrak/Tek Dil üçlemesinin bozulduğunu söyleyip, Kürtçe kanalın Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ediyorlar. Belki de haklılar...
Bir televizyon eleştirmeni de Kürtçe TV konusunu ele alırken devletin bunca yıldır yöre halkına Türkçe öğretemediğinden yakınıyordu. Şu Kürtler olmasa ne güzel çözerdim Kürt meselesini!

Açılış töreninde TRT Genel Müdürü, TRT6’nın yayına başlama zamanlaması ile yerel seçimlerin ilgisi olmadığını söyledi. Ama belli ki var, olmasa bu uyarıyı yapmak ihtiyacı duymazdı herhalde. Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın yerel seçimlerde Dersim ve Diyarbakır ‘kalelerini zapt emri’ ve son dönem Kürt politikaları da TRT6’nın öyle çok masum bir yayıncılık faaliyeti olmadığını gösteriyor.

‘Bu ülkeye komünizm gerekliyse onu da biz getiririz’ anlayışının müellifi Vali Nevzat Tandoğan refleksi, bu devletin önemli davranış biçimlerinden biri olmaya devam ediyor. Kürtçe yayın hatta Kürtçülük yapılacaksa onu da devlet yapar!

Türkiye Cumhuriyetinin Kürtlerle ve Kürtçeyle ilişkileri çok maceralı. Burada bir filoloji antropolojisi yapacak değilim. Zaten bilmem. Ama biraz bellek tazelemekte yarar var:
Musa Anter anılarında Kürtçe konuşanlara para cezası kesildiği dönemleri yazar. Hatta bekçi Murtaza’nın biri o dönemde ıslık çalan bir Kürdü de ‘Sen Kürtçe ıslık çalıyorsun’ diyerek cezalandırmaya kalkışmıştır. Bölgede kime sorsanız yakın zamana kadar Kürtçenin evde ya da diğer özel mekanlarda konuşulması sayesinde ölmediğini söyler. Melleler de din eğitimini Kürtçe yaparak bu dili yaşatabilmişler. Erivan radyosunun Kürtçe yayınları da hala çoğu Kürdün hem dil hem de ses belleğinde yer edinmiştir. Kuşkusuz aslında demokrasi açısından Türkiye’den çok geri olan İran, Irak ve Suriye’de Kürtçeye yönelik herhangi bir baskı, yasaklama olmadığı için Türkiye Kürtleri komşularındaki bu dil özgürlüğünden da yararlanmış.

Diyarbakır’ın eski Belediye Başkanı Mehdi Zana’nın Türkçe bilmesine rağmen cezaevinde ve mahkemelerde ana dilini konuşmak için gösterdiği fevkalade direniş hatta inat, resmi makamların ‘anlaşılmayan bir dil’, ‘bilinmeyen bir dil’ nitelemelerine yol açmıştı. Kürtçe esas olarak siyasal düzlemde önemli bir sorun yaratırken, toplumsal ve kültürel alanlarda da, bu ülkenin yurttaşlarına büyük sıkıntılar yarattı. Gençler askerliklerini yaparken anadillerinden başka dil bilmeyen analarıyla iletişim kuramadılar. Evde, okul bazen de askerlik yaşına kadar Kürtçeden başka bir dille teması olmamış çocuklar, gençler resmi alanda Kürtçenin yokluğunu anlayıp görünce psikolojik ve dil olarak kırıldılar. Dışlandılar sonradan öğrendikleri Türkçelerinin eksik ve zayıflıkları ya da şiveleri nedeniyle alay konusu edildiler.

Türkiye’de Kürtçe üzerindeki baskı, kısıtlama ve yasakların tümü devlet tarafından üstelik yasal bir şekilde gerçekleştirildi. Meşru ve hukuki olmasa da yasal, yani kanun, kanun hükmünde kararname ya da iç tüzüklerle Kürtçe yasaklandı. Kürtçe yayın, kitap ya da müzik olarak henüz çok yeni.

Jivkov zamanında Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın Türkçe konuşması, çocuklarına Türk isimleri verilmesi yasaktı. Bu kısıtlamalara karşı Türkiye’deki resmi ve gayri-resmi muhalefeti hatırlayalım. Kürtçenin olmadığını savunanlarla, varlığını kabul etmekle beraber konuşulmamasını/yazılmamasını talep edenler dahil, büyük bir çoğunluk Bulgar devletinin bu politikasına karşıydı.

Gelelim özel olarak milliyetçilerin/ulusalcıların kısaca resmi ideolojinin Kürtçe karşıtlığının temel nedenlerine: Türklerin, Kemalist elit önderliğindeki ulus inşa sürecinde, yani ulus devleti kurarken benimsedikleri Tek Millet/Tek Bayrak/Tek Dil ilkesi, Ermenileri hala tartışmalı bir ‘tehcirle’, Rumları da mübadeleyle Anadolu’dan uzaklaştırdıktan sonra, Urfa/Mardin/Siirt ve Antakya’daki Arapların sayıca azlığını da hesaba katarak, nispeten monolitik bir nufus yapısı oluşturdu. Kürtler, Müslüman oldukları için ayrıca Ortadoğu bağlantıları nedeniyle 1925’e kadar Osmanlı merkezi yönetimi hatta ilk başlarda Ankara hükümeti ile önemli bir sorun yaşamadılar. Türk egemen elitinin ulus inşa sürecinde, özellikle de parçalanmış İmparatorluk kalıntıları üzerinde çalışırken, kurucu öğe olarak alabileceği çok fazla sayıda değer/kriter yoktu. Hele Osmanlıyı topyekün inkar temelinde (Pardon 1915 hariç) başlayan Cumhuriyet kurma faaliyeti, Osmanlı hatta Orta Asya’yı da teğet geçince Etrüskleri Türk ilan etme, Güneş-Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi gibi açıkça ırkçı temellerde gelişti. Türkçe, baştan beri Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerinden biri idi. Türkçe konuşan herkes Türk olarak kabul edildi, algılandı. Bu yüzden Türkçe’nin dışındaki bir dil ya da diller, Türk devletinin ve ulusunun inşa sürecini bozabilirdi. Hele bir de Tanrı Korusun, madem biz Türkçeyi esas/temel alarak bir ulus devlet kuruyorduk, Kürtler de bizden esinlenip bir devlet kurabilirlerdi. Savunma (Neyi savunma?) Bakanı Vecdi Gönül’ün 10 kasım’daki ‘lapsus’ itirafının da işaret ettiği üzere, öyle her ağızdan farklı bir dilin çıktığı ülkede ulus devlet filan inşa edilemezdi. Osmanlı’nın 42 milletinin çok az bir kısmı 1923’den sonra ve halen Anadolu’da yaşadığı için onların da mutlaka Türkçe öğrenmeleri ve konuşmaları gerekiyordu. Çünkü resmi ideologlarla ırkçı teorisyen ve pratisyenlerin sık dile getirdiği üzere, bugün Kürtçeyi serbest bırakıp devlet televizyonunda yayın yaparsan, yarın Arapça, Lazca, Ermenice, Boşnakça, Çerkezce filan de isterler. O zaman da ulus devletin önemli zamklarından, harçlarından biri olan dil, anlam ve önemini kaybeder, mazallah parçalanır gideriz. Zaten başta ABD ve AB emperyalistleri olmak üzere yabancı güçler de bunu istemektedir. Bu son tespit, resmi ideolog ulusalcılara anti-emperyalist bir maske de sağlamak için elzemdir.

‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyası sadece bölgedeki Kürtleri değil Istanbul’daki ekaliyet mensuplarını da hedef almıştı. Ada vapurunun o Atina İl Radyosu havalı şen şakrak havası, Kurtuluş sokaklarının Ermenice kokan gülleri, kendinden farklı her şeye korkuyla yaklaşanları rahatsız etmişti.

Bir Fransız doktorun anılarına göre, Istanbul’da 1910 yılında tam 26 değişik dilde gazete yayınlanıyordu. Çokuluslu bir İmparatorluğun başkenti için aslında hiç de şaşırtıcı bir veri değil bu. Ama mesela bugün, bir başka çokuluslu İmparatorluk görünümü veren Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük kenti New York’da benim saptayabildiğim kadar sadece 11 dilde gazete yayını yapılabiliyor. Bugünkü Istanbul’da ise, yani 99 yıl sonra yayınlanan gazetelerin dili sayısında 26’dan 8’e düşmüş durumda. Ulus devletin bu başarısını da kutlayabiliriz!

Dönelim yeniden TRT 6’ya: Bir süre önce haftada 20 dakika Kürtçe yayın vardı, hatırlıyorsunuz değil mi? O da hiç yoktan iyi idi, sembolikti, Türkçe altyazılıydı filan ama işte tabunun kırılması açısından hoştu. Gerçi ben dahil çok yazıda yazar, ‘İnsan ana dilini haftada 20 dakika konuşmaz, günde 24 saat konuşur’ demiştik ama anlaşılan devletimiz her şeyi gıdım gıdım veriyor. Üstelik verirken de sanki geçmişte hiç bir şey olmamış gibi davranıyor. Kürtçeyi yasaklayan bu devlet değil miydi? Erciyes Üniversitesinde bir grup profesör Kürttürkleri diye bir etnik grup icad etmedi mi? Orhun yazıtlarının birinde ‘Kürt’” yazıyordu ya... Hani teknolojisi iyidir sağlamdır diye olsa gerek, bir Japon Hoca da Kürtçenin olmadığını bilimsel olarak kanıtlamamış mıydı en fazla 10 yıl önce? Kürtçe hani 30 kelimelik uyduruk bir dildi? Farsçanın bozulmuş haliydi? Ya da dağda yaşayan Türklerin diliydi değil mi? (Bu arada Harold Pinter’in ölüm haberlerinde Türkiye’ye geldiği yazıldı, hatırlandı da, kimse Kürtçe için yazdığı ve halen Avesta Tiyatrosunun sahneye koymaya hazırlandığı ‘Dağ Dili’ oyunundan kasıtlı olarak sözetmedi. Belki TRT6 gelecekte Dağ Dili’ni yayın programına alır!).

Açılış töreninde de yetkililer tarafından dolaylı bir şekilde de olsa itiraf edildi: TRT 6’daki Kürtçe, Türkçe bilmeyen kesime Türk devletinin mesajlarını, görüşlerini ve ideolojisini aktarmak için yayın yapacak. (Hürmetler Louis Althusser ve Raymond Williams!).

Boğaziçi Üniversitesinden Nazan Üstündağ’la Yüksekova’ya Anadolu Kültür’ün düzenlediği bir panele gitmiştik bir-iki sene önceydi galiba. Nazan Hoca – ki ‘Devlet ve Şiddet’ başlıklı bir ders verir- Türk televizyonlarındaki popüler dizilerde Kürtçe’nin kullanımı konusunda somut örneklerle çok güzel bir sunum yapmıştı. Kürtçe, bizim dünyamıza esas olarak devletçe yasaklanan bir siyaset dili, bir mücadele dili olarak girmesine karşın, Beyaz Türk ve Beyaz Kürtlerin çabalarıyla Kürtçe, bir yenilgi, bir üzüntü dili olarak gösteriliyor, popülerleştiriliyordu. Kürtçe esas olarak ağıt diliydi bu dizilerde. Ya da Kürtçe, bizim (Çoğunluk Türklerin) anlamayacağımız neredeyse bir komplo dili olarak sergileniyordu. Üstündağ, sömürgecilik dönemindeki Fransız filmlerinden alıntılar/aktarmalar yaparak da bu tezini açmıştı o konuşmasında. Dil, önemli bir siyasi ve ideolojik silah (Araç diyelim, askersizleştirelim) olarak egemenler tarafından ya kullanımı yasaklanmalı ya da ele geçirilip içeriğinden özünden arındırılmalı yani nötr/zararsız hale getirilmeli, hatta egemenlerin de kullanabileceği bir şekle sokulmalıydı.

TRT6 yayına girerken, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir X,W,Q harflerini kullandığı için aleyhine açılan dava henüz sonuçlanmamıştı. Keza Diyarbakır Sur Belediyesi de çokdilli belediyecilik yaptığı için yargılanıyor. Hürriyet gazetesi, 1 Ocak 2009 tarihli sayısında, TRT’nin Kürtçe kanalıyla ilgili haberleri veriyor, yan sayfada da Yüksek Seçim Kurulunun bir kararını duyuruyordu: Yerel seçim kampanyasında Kürtçe yasaklanmıştı!

Sevimsiz çelişkiler ülkesinde bir özgürlük perçemi bile hep gölgeli, hep defolu.
Bugün henüz kimse TRT6’nın yayın içeriğinden söz etmiyor. Kürtçe bilen sabıkasız sunucu, programcı bulmakta güçlük çekmekle başladı ilk adımlar. Bunca insana acı hatta ölümler getiren yasak kalktı da çok geç olmadı mı? Devletin bugün umarsızca ıslık çalarak geçtiği mezarlıklarda aynı devletin katlettiği onlarca insan yatıyor. Bu ölülerin belgeseli mi yayınlanacak TRT6’da? Sarı-kırmızı-yeşil kumaş toplarının üst üste gelmesinin yarattığı tehlike mi anlatılacak? Irak Kürdistan’ı Yerel Hükümetinin Başkanı Mesut Barzani’nin ‘aşiret reisi’, ‘çizme yalayıcısı’ olduğu mu duyurulacak? Dağdaki çocukların Ermeniliği mi sergilenecek yoksa? İlber Ortaylı’nın Kürt versiyonu bulunursa, Şeyh Said’in İngiliz ajanı olduğu da belgelerle ekrana getirilir herhalde.Dağdaki çocukları hakkında çok güzel kelimeler duyacak Kürt ana babalar TRT6’da.

Sonuç olarak, TRT6, RojTV’ye ayrıca Irak’daki Kurdistan TV’ye rakip olarak yayın hayatına başlıyor. Uyduda bugün Kürtçe yayın yapan 10’u aşkın kanal var. Aslı varken acaba kim sahtesine itibar eder merak ediyorum. Şimdiden ‘Korucu TV’ diyenler var. Özel televizyonlar da 24 saat Kürtçe yayın yapabilecek mi acaba? Ayrıca sormak lazım: Kürtlerin bugün Türk devletinden temel ve en acil talebi Kürtçe televizyon muydu?
Bir de son soru: Medyatik gerçek üreticisi olan televizyon aracılığıyla hangi hakiki gerçek sorunu köklü ve kalıcı olarak çözmek mümkün olabilir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle