Ana içeriğe atla

Medya/Terörizm tartışması


Kısaca terör haberleri olarak adlandırılan Kürt meselesi, PKK, ordu operasyonları konusundaki haberlerde zaten baştan bir dizi yasal, toplumsal, geleneksel kısıtlama hatta yasaklar var. Türk medyası bu alandaki haberleri neden bağımsız ve özgürce, yani doğru ve üçüncü göz perspektifiyle veremiyor?



Perşembe gecesi (27 Kasımı 28 Kasıma bağlayan gece) atv kanalında saat 12.30 civarında Yavuz Baydar’ın yönetiminde Açık Kapı programında ‘Medya ve Terör’ başlığı altında önemli bir konu tartışıldı.

Bu tartışma programının konuşmacı sayısı çok fazla. Stüdyodaki panelde üç televizyon kanalının (Atv, Kanal d ve Fox TV) haber yöneticileri vardı.İki akademisyen (Dr. Esra Arsan ve Dr. Önder Aytaç) onlara eşlik ediyordu. Stüdyo konukları arasında Şehit Aileleri örgütlerinin temsilcileri ile yasal bir Kürt partisinin Istanbul yöneticileri ve yurttaşlar vardı. Gerçi program sabah saat 03.00 gibi bitti ama bu kadar çok konu ve bu kadar çok konuşmacı bir araya gelince, Baydar’ın bence başarılı ve dengeli yönetimine rağmen, bu program ne derece etkili oldu? Kaç kişi izledi? Ne iz bıraktı?

İzleyicilerin/yurttaşların bu tür programlara telefonla katılmaktansa bizzat stüdyoya davet edilip orada konuşmacılarla yüzyüze tartışmalara katılması olumlu. Ne var ki yurttaşlar (Tüm toplumu ya da tartışılan konunun mecrasını ne kadar temsil ediyor?) programın ilk iki bölümünde adeta konu mankeni olarak tribünlerde oturmak durumundaydılar. Son bölümde de zaman kısıtlaması nedeniyle ancak bir kaç kişi söz alıp sorununu, sorusunu aktarabildi.

Stüdyoya çağrılan yurttaşlarla uzman konuşmacıları bir araya getirmek her zaman verimli olmayabiliyor. Bu iki kesim, sadece sözlük/sözcük olarak değil anlam ve bağlam boyutlarında da çok farklı düzlemlerde seyredince, diyalog yerine karşılıklı kopukluklar, yanlış anlamalar, iletişimsizlikler yaşanabiliyor. Nitekim Açık Kapı’da da yaşandı.

Doğru format belki de, çok az sayıda (Mesela en fazla 2 ya da 3) uzman konuşmacıyı sorgulayan/eleştiren/değerlendiren kalabalık ve temsil gücü olan yurttaş grubu olabilir.

Baydar programa girerken ‘Terör/Terörizm’ sözcüklerinin anlamları ve tanımları üzerine bir kaç alıntı aktardı, sonra da konuk konuşmacılara, biraz da ilkokul öğretmeni edasıyla, ‘Terör’ tanımlarını sordu.

Terör-Medya ilişkileri konusunda iki akademisyen ile Baydar dışındakilerin, mevcut literatürden pek haberdar olmadıklarını anladık. Onlar her akşam ana haber bültenlerini hazırladıkları için kitap okumaya pek vakit bulamıyorlar galiba...Çünkü Kanal d’den Ayşenur Arslan, Atv’den Fuat Uğur ve Fox TV’den Doğan Şentürk kendi dar pratiklerinden örneklerle konuyu açmaya çalıştılar. Uğur, en samimi ve en tutarlı gazeteci olarak ön plana çıkarken meselenin siyasi-ideolojik yanına vurgu yaptı ve ‘Bu meseleye Türkiye’de demokrasi açısından bakmak gerekir’ dedi.

Arslan, sanki stüdyoya Medya-Terör meselesini tartışmaya değil kendi kanalının ve bizzat kendisinin reklamını yapmaya gelmişti. Arslan’ın söylediklerine inanacak olursak, Türkiye medyası özel olarak da kendi görev yaptığı medya organları, terör haberlerini düzgün bir şekilde veriyor, bir kaç ‘insani hatanın’ dışında önemli bir olumsuzluk yok! Fox’dan Şentürk de Türk medyasının her geçen gün olumluya doğru gittiğini söyleyip geçmiş örneklerden ders çıkarttığını ileri sürdü.

Programın bu aşamasında ben de telefonla Baydar’ın sorularını yanıtlamaya çalıştım.Toparlayıp, ekleyip, düzenleyip yazıya dökeyim: ‘TV yöneticilerinden medya eleştirisi beklemeyelim. Stüdyodaki arkadaşlar daha çok kendi kanallarının reklamını yapıyorlar. Hele Ayşenur’a inanacak olursak Türkiye’de medya-terör konusunda her şey güllük gülistanlık. Bir de ‘Çok iyi uzman muhabirler var’ dedi birisi. E biz de gazete okuyoruz, biz de televizyon izliyoruz. Hiç öyle uzman muhabir filan yok. Medyada bu terör, terörizm, Kürt ya da PKK konusundaki haberler, Genel Kurmay, Kaymakam, Vali, Emniyet Müdürü ne diyorsa onu aynen alıp haber diye veriyorlar. Bu konu Türk medyasında devlet yanlısı yani tek yanlı, milliyetçi ve Kürt karşıtı bir şekilde veriliyor. Hem de yıllardır veriliyor. Fuat’ın söyledikleri önemli bence. Bu medya-terör meselesini genel olarak demokrasi perspektifi dışında ele almak mümkün değil. Demin Esra da söyledi zaten, haberi genel bağlamına, ortamına oturtmak lazım. ‘2 bölücü terörist ölü olarak ele geçirildi, 5 korucu şehit oldu’ ibareleriyle haber yapılmaz. Türkiye’de sadece Türk medyasını izleyen insanlar bu terör meselesinin iç yüzünü, arka planını, köken ve nedenlerini en önemlisi mevcut tüm tarafların görüşlerini bilmez, bilemez. Oysa ki çatışan iki tarafa eşit uzaklıkta ama iki tarafın da görüş ve bilgilerini ayrıca fikirlerini vererek, şiddete kesin olarak karşı çıkarak, üçüncü göz olarak, temasla ve mesafeyi iyi dengeleyip iyi gazetecilik/habercilik yapılabilir.İşin teknik-mesleki yanı var, ayrıntıya girmeyeyim ama bence bu mesele esas olarak siyasi-ideolojik duruşla ilgili.Gazeteci olarak ne yapmak istiyorsunuz? Bu terör konusunda ordunun propaganda aracı mı olacaksınız yoksa şiddet yerine barışçı çözümleri mi savunacaksınız? Taraf gazetesi iyi bir örnek bence. Taraf mükemmel bir gazetedir demiyorum ama son zamanlardaki yayınları ile bu medya-terör konusunda ne yapılması gerektiği konusunda bütün basına hiç olmazsa bir ipucu verdi. Anlayana tabi...’

Baydar, programın ilerleyen bölümlerinde haklı olarak dil meselesine değindi. (Bölücübaşı, Bebek katili, ölü olarak ele geçirme, İnlerinde vurma ...vs...).
Aslında Baydar’ın yaptığı bir başka hayırlı iş de, medya-terör meselesi, adeta yumurtasız omlet yaparcasına tartışılırken konuyu Kürt, Öcalan, PKK örneklerini vererek somutlaştırması oldu.

Medya-Terör ilişkileri Türkiye’ye Türk medyasına has bir sorun değil. 11 Eylül öncesinde de sonrasında da bu konuda hem akademik hem de mesleki alanda geniş, derin tartışmalar yapıldı, yayın gerçekleştirildi. Hala da yapılıyor.

Savaş ve şiddet konusundaki habercilik ilkeleri ve etik prensipler kuşkusuz terör için de geçerli. Bunlar Türkiye dahil çeşitli ülkelerin gazetecilik meslek kuruluşlarının, sendikalarının manifestolarında ya da medya kurumlarının yayın ilkelerinde yıllardır mevcut. Bizim Gazeteciler Cemiyetinin ‘Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’ ayrıntılı olarak terörizm meselesini ele almasa da bildirgedeki ilkelere sadakat ve riayet ilk aşama için yeterli olabilir. Akademik alanda da bir kısmı Türkçe’ye de çevrilmiş çok sayıda mesleki ve akademik çalışmayı da izlemek gerekir. Bu yayınlar, İsviçre ya İsveç gibi terör olaylarının neredeyse hiç gerçekleşmediği ülkelerin gazetecileri için değil, Türkiye, Irak, İsrail, Sri Lanka, Katmandu gibi terör olaylarının sık gerçekleştiği bölgeler açısından önemli ve anlamlı.

Bu konuda Türkiye’deki sıkıntının kaynaklarını medya mülkiyeti, milliyetçilik, iktidar ile olan ilişkiler altbaşlıkları altında toplayabiliriz.

+ Medya mülkiyeti meselesi doğrudan medyanın bağımsızlığı ve özgürlüğüyle ilgili bir mesele. Türkiye’de yayın yapan medya organlarının mülkiyeti, siyasi-iktisadi-ideolojik-askeri iktidar odaklarıyla bir şekilde ilişkili ise bu medya organlarının terör/terörizm/Kürt/PKK meselesinde bağımsız ve özgür bir yayıncılık yapamayacakları baştan belli. Türk medya mülkiyetinin önemli özelliklerinden biri sinai-mali-ticari dünyayla somut/organik ilişki içinde olması nedeniyle, ve tüm alanlarda devletin hala hatırı sayılır bir ağırlığa sahip olması sebebiyle, bu mülkiyet yapısındaki bir medya organının açıkça, sürekli olarak, bilinçli ve gerekçeli bir şekilde devletin resmi politikalarına karşı çıkması, muhalefet etmesi düşünülemez. (Aksi durum için bkz. Cem Uzan vakası). Bu mesele bir gazete ya da televizyonun sadece hükümetin terör/Kürt meselesindeki siyasetine muhalefet edememe kısıtlaması olarak algılanmamalı. Terör ya da Kürt meselesi Türkiye’de 1925’den bu yana zaten münhasıran devletin inhisarı altındadır. Hükümetlerin bu konuda ancak marjlarda hareket alanları mevcuttur.

+ Türk idaresinin neredeyse genetik kodlarına işlenmiş olan milliyetçilik, Türk medyasının terör/Kürt meselesini doğru/çok yanlı/inanılır/güvenilir/hızlı bir şekilde izleyip aktarmasına engel teşkil eder. Milliyetçilik, Türk resmi ideolojisinin önemli bir boyutu olmasının yanısıra, onun yarı-resmi yayın organı Türk egemen medyasının da alamet-i farikalarından biri olmasından başka, Türkiye toplumunun ve halkının geniş ölçüde benimsediği popüler ve meşrulaşmış bir ideolojidir. Neredeyse Türk fikriyatının doğal halidir. Şeyh Said İsyanının yaşandığı 1925’den bu yana ötekileştirilen, yabancılaştırılan, düşmanlaştırılan Kürt simgesi, bugün büyük ölçüde terörizmle özdeşleştiriliyor. Terör/Kürt meselesine, şimdiye kadar hiç yapılmadığı bir şekilde, Kürt perspektifiyle bakanlar hemen vatan hainliğiyle suçlanıp mahkemelere oradan da zindanlara gönderildi, gönderiliyor. Soruna Türk resmi ve Kürt resmi gözlüğünün dışında bakmak da Türk idaresi ve Türk medyası tarafından matah bulunmuyor ve bu bağımsız üçüncü, gözcü yaklaşım otomatik olarak Kürt perspektifiyle özdeşleştiriliyor. Kısacası milliyetçi dogmatizm, ‘Ya bizdensin ya da terörizmden yanasın’ ikilemini dayatıyor.

+ Nihayet, Türk egemen medyasının iktidarla olan ilişkileri de doğru bir gazetecilik/habercilik uygulamasını imkansız kılıyor. Mevcut medya organlarının her biri, kah değişmez bir şekilde kah zaman ve mekana göre farklı iktidar odaklarına bağlanıyor, bağlı, bağımlı. Terör/Kürt sorunu da bir iktidar meselesi olarak, medyada muhalif bir bakış açısıyla ele alınamıyor. Üstelik terör/Kürt meselesi, Türkiye’de siyasi/ iktisadi/ekonomik/ideolojik iktidarın en önemli unsurlarından/boyutlarından biri olarak, iktidarın/iktidarların egemen olduğu bir ortamda barışçı-demokratik-kalıcı bir çözüme pek de kolay ulaşamaz.


Türkiye’de medyanın terör/Kürt meselesini (Evet aynı olay değil ama bağlantı var iki olgu arasında) doğru dürüst ele alıp işleyebilmesi için savaş dili ve gazeteciliği yerine barış dili ve gazeteciliğini benimseyip uygulaması gerek.

Bunun için de Türk medyasının

* siyasi-iktisadi-ideolojik-askeri tüm iktidar odaklarından bağımsız ve özgür olması gerek;
* ideolojik olarak milliyetçi değil enternasyonalist olması gerekir;
* kendisini iktidar(lar)ın değil toplumun sesi hatta muhalefetin sözcüsü olması lazım.

Bu üç koşulun yanısıra, Türk medyasının Türk-Kürt kardeşliğini savunması; resmi ve gayrı-resmi şiddete kesin olarak karşı çıkması; barışçı çözümü savunması; kendi bünyesinde gerçekten uzman muhabir ve editörler bulundurması; özel olarak Kürt meselesinin çözümü için Kürtçe bilen muhabir ve editör sayısının toplumdaki Kürt nufusu oranında olması gerekir.

Halamın sakalları mı dediniz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle