Ana içeriğe atla

TARAF GAZETESİ NE YAPIYOR?

Çöldeki kaktüs ya da bataklıktaki nilüfer misali, mahalleye yeni gelen komşu yeni adetler getirmişe benzer. Gazeteler insana benzer ya, Taraf da, kravatsız, genç, bağırmadan ama ağır konuşan, mizahı ciddi, hakkında çok dedikodu üretilen bir uçbeyi (Uçhanımı).



Taraf gazetesi son bir hafta içinde sadece Türk medyasında değil Türk siyaset dünyasında da adından çok söz ettirdi.Taraf, aslında yayın hayatına atıldığından bu yana ilgi çekiyor, eleştiriliyor, övülüyor, tartışılıyor. Türkiye gibi siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal, kültürel ve sportif gündemin hem yüzeysel hem de hızla değiştiği bir ülkede, televizyonların haber bültenleri her seferinde yeni baştan çatılırken, bazen İnternet haber siteleri bile bu hıza yetişemiyor. Ama bizdeki haberler, klasik deyimiyle aysbergin görünen kısmı.
Taraf, Türk medya dünyasına önemli bir değişiklik getirdi.
Taraf’ı belki önce mesleki/teknik düzlemde bilahare siyasi-ideolojik olarak tanımlamaya çalışalım:

MANZARAYI UMUMİYE

Türkiye’de yayınlanan yaklaşık 20 ulusal günlük gazetenin büyük bir çoğunluğu neredeyse aynı gazete gibi çıkıyor. Evrensel, Birgün belki de Vakit’i bir kenara koyarsak, farklı holdinglerin mülkiyetindeki günlük gazetelerin genel yayın politikaları hatta haber politikaları birbirine çok benziyor. Bu benzerliğin çeşitli nedenleri var: Türk egemen medyasını oluşturan gazeteler, resmi ideolojinin bir müştemilatı gibi düşünüp davrandıkları için, en önemli, en canalıcı sorunlar olan Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Mustafa Kemal Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi konularda aynı ideolojiden beslendikleri için aynı tür ya da benzer bir yayın politikası izliyor. Türk devletinin, Türk toplumunun temel, başat, küçük, orta, büyük tüm tabularını Türk egemen medyasında bulmak mümkün. Bu medya, bir yandan bu tabuları hergün tek tek her olayda yeniden üretirken, yani meşrulaştırmaya, popüleştirmeye çalışıp yaygınlaştırırken, bir yandan da, aslında hep bu tabular yatağından besleniyor. Yani hem üretiyor hem de tüketiyor bu yansıtma işlevini görürken. Biraz da, ala turkası ‘sürü ideolojisi’, frenkçesi ‘mimétisme’ (Benzerleştirme)olan, bu genel kabul edilmiş olanı tekrar etme, sürdürme dürtüsü, özgün, farklı, değişik, yaratıcı olmanın önündeki en büyük engel.
Böyle bir gazetecilik ortamında yetişenler ya da ilk başta ulvi ve idealist amaçlarla bu çarkın dişlileri arasına düşenler, muhabir olsun, editör olsun, olağanüstü bir fikri ve mesleki yoksullaşma sürecine giriyor. Gerçeği aramak, gerçeğe ulaşma çabası yerine, başkasının gerçeğini tekrar etmek şeklinde yapılıyor Türkiye’de gazetecilik. Gazeteciliğin temel esasları olan merak, araştırma, muhalefet, kamu çıkarı gibi kavram ve uygulamaların yanından teğet bile geçilmesine izin vermeyen bu ideolojik ortamı Pierre Bourdieu ‘Gazetecilik Alanı’ olarak tanımlıyor.
Okuma-yazma biliyorsanız, biraz girişken iseniz, ağzınız da laf yapıyorsa, hele bir de çok derin olmasa da yerleşik düzenden yana iseniz, sert erkek karakterine sahip iseniz, devlet-millet nutuklarına teşneyseniz Türk egemen medyasında kolaylıkla iş bulur hatta kısa sürede kariyerinizde yükselebilirsiniz. Ezilenler, muhalifler hariç herkesle iyi geçinmek de aranan koşullardan biridir. Büyüklerinize de saygılı olacaksınız. Cuma’lara da gitmek sicilinizde bu dönem artı puanları artırabilir. Ama aynı zamanda Mustafa Kemal’in ne kadar büyük bir asker ve devlet adamı olduğunu arada sırada belirtmeniz gerekir. Bu ‘Gazetecilik Alanı’nın yarattığı ve bu alanda rahat yaşayabilecek gazeteci kadrosunun temel nitelikleri de işte bunlar...
Bu kadrolar kah şahsen kah küçük gruplar halinde Istanbul ve Ankara’nın basın semtlerinde dolaşır. Zamana, döneme uygun olarak A,B ya da C gazetesine girer çalışır. Girdiği yerin özelliklerini benimsemede bukalemunlardan da beceriklidir. Ama bu kadroların aslında o kadar da kabahat ya da kusuru yoktur, çünkü hakikaten gazete değiştirdiklerinde değişen sadece gazetenin adı ve adresidir. Çok da insafsız olmayalım. Türk egemen medyasında neyse ki hala doğru dürüst gazetecilik yapmaya çalışan bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar meslekdaşımız da var.
Haberlerin benzerliğinin nedeni, ‘Copy&Paste’ yönteminin yanısıra muhabirin ve muhabirliğin esas olarak 1980’lerden sonra teammüden öldürülmesi yüzündendir. Bu durumda, haber politkasını da devletin resmi ajansına ya da bir gece önceki büyük televizyon kanallarının ana haber bültenlerindeki haberlere göre saptamak doğal karşılanır olmuştur.

GÖRÜNMEYENİN PEŞİNDE


Böyle bir alanda Taraf kaçınılmaz olarak farklılık yarattı. Çünkü Taraf’da bu olumsuzlukların büyük bir çoğunluğu namevcut. Çünkü Taraf, altyapısı, kadroları ve bütçesi gereği Hürriyet, Sabah ya da Zaman gibi hem zengin hem de iktidar yanlısı gazetelerle habercilik dalında rekabete girişemezdi. Taraf, Türkiye’de eksikliği çekilen bir tarz olması itibarıyla ‘Kampanya Gazeteciliği’ tabir edilen modeli benimsedi. Aysbergin altını arama ve teşhir etme de denilebilir buna. Le Monde’un eski Yazı İşleri Müdürü Edwy Plenel’in geliştirdiği dikey/yatay gazetecilikten de renkler taşır bu tarz.
Militan gazetecilikten farklı olarak ‘Kampanya Gazeteciliği’, temel yayın politikalarına uygun olarak, 4-5 temel fikriyat temelinde, bir konuyu ele alıp tüm boyutlarıyla irdelemeyi, deşmeyi özellikle de somut değişim gerçekleşene kadar yayını sürdürmeyi gerektiriyor. Kampanya gazeteciliği, devletin ya da başka medya organlarının gündemini izlemez kendisi gündem yaratmaya çalışır. Dünyada bu tarzın başarılı örnekleri, İngiltere’de ‘The İndependent’ gazetesi, latin ekolünde de Fransız ‘Le Canard Enchainé’dir. Canard, haftalık olması ayrıca karikatür ve çizgiye de geniş yer vermesi nedeniyle ayrıca da mizahi diliyle bir farklılık oluştursa da, tipik bir kampanya gazetesi. Canard da ‘Özgürlükçü’, ‘Asker ve kilise karşıtı’, anarşizan bir gazete. İndependent, bilhassa son yıllarda, İngiliz birliklerinin Irak’tan çekilmesi, Bush yönetimine karşı çıkılması konusunda başarılı yayınlar yaptı. Ben aslında Taraf’ı, İndependent’dan çok Canard’a yakın buluyorum. Kelime oyunlarına dayalı başlıkları, hınzır haber perspektifi ile aslında giderek sevimli bir gazete olma yolunda.
Kampanya Gazeteciliğinin kuşkusuz en önemli yani muhalif kimliğidir. Zaten boş yere ‘İktidar öldürür, muhalefet can verir’ dememişler... Türkiye’de 1978-80 dönemlerinde yayınlanan Aydınlık gazetesi de kampanya gazeteciliğinden ilginç örnekler vermişti. Özelllikle Kontrgerilla dizisi...

HANGİ SOL? HANGİ LİBERALİZM?


Taraf’ı siyasi-ideolojik yelpazede nereye oturtmak gerek? Politik mücadelenin çok zengin bir geçmişi yok ise, hele siyaset ile düşünce dünyası arasındaki ilişkiler zayıf ise, özgün siyasal kategoriler yerine, Batı’daki kalıpları benimsemek her zaman daha kolayımıza gelir. Bu nedenle de sağcı-solcu ikilisine başvururuz hemen. Türk siyasal literatürüne nispeten yeni giren ‘Liberal’ etiketi de moda olduğu için, Taraf’ı bir şekilde liberal-sol olarak nitelemek yaygındır bir çok kesimde. Türkiye ve belki de bütün dünyada sağ ile solun bu kadar karıştığı başka bir dönemi hatırlamak zor. Ama demokrasi, temel hak ve özgürlükler, insan hakları gibi modern kriterleri ölçü aldığımızda Taraf’ı sol cenaha yerleştirebiliriz. Küreselleşme, kapitalizm, yani emek, ABD ve en önemlisi SOL gibi daha siyasi ve ideolojik kriterler temelinde yapılacak bir değerlendirmede, Taraf’ın solculuğu tartışılır hale gelebilir.Birgün gazetesiyle girdiği tartışmada hele Mahçupyan’ın yazılarında bu tartışma kötü bir şekilde tezahür etti.
Bir gazeteye baştan bir siyasi-ideolojik etiket takmaktansa, belki de çeşitli kampanyalarını ya da tek tek manşetlerini ve sonradan da tümünü yani yayın politikasını değerlendirip bir sonuca varmak daha isabetli.

Bir gazete sözkonusu olduğunda, temel değerlendirme kriterlerinden herhalde en önemlisi medya mülkiyeti olsa gerek. Taraf bu konuda da çok parlak bir sınav veremedi şimdiye kadar. Yeteri kadar şeffaf olamayan bir mülkiyet yapısı, ekonomik ve mali ilişkiler nedeniyle Taraf çeşitli kesimlerce eleştirildi. Bu eleştirmenler, gazetenin yönetimi ve patronu tekzip ve inkar etse de, Taraf’ın Fetullah Gülen cemaati ile ilişkisi üzerinde de durdu. Tüm bu tartışmalar, Taraf’ın değerini azaltmasa da, tartışmalarda çoğu zaman anlamsız bir şekilde Taraf karşıtlarının elinde koz olarak kullanılıyor. Bu sorunlar, ancak ve ancak açık ve net yayın politikasıyla çözülebilir. Gülen cemaatini teşhir eden bir yazı dizisi Taraf’ta yayınlandığında (?) artık herhalde kimsenin bu konuda bir itirazı olmaz. Gerçi komplo teorisyenlerini ikna etmek pek kolay değildir ama yine de Taraf’ın çevresini genişletmek için yapması gerekenler var.

Taraf’ın kadrosu mevcut yayın politikalarını uzun hatta orta vadede destekleyebilecek, kaldırabilecek çapta görünmüyor. Stajyerler ve deneyimsiz kıdemsiz muhabir ve editörlerle uzun yola çıkılmaz. Ayrıca yönetim tarzının da şimdikinden daha özgürlükçü, katılımcı ve demokratik olmasında yarar var. Başkalarında eleştirdiğimiz vasıflar bizde de var ise eleştirinin değeri azalır. Gerçi Birgün ve Evrensel’de de yok ama Taraf’da çalışanlar sendikalı olsalar önemli bir değer değil mi?

Sol karşıtlığı, piyasa ekonomisi övgüsü hiç bir medya organına saadet getirmedi şimdiye kadar.

Taraf’ın İnternet sitesine de gereken özeni göstermesi lazım.

Yakın bir süre önce Alper Görmüş’ün yönetimindeki Nokta dergisine de, bugün Taraf’a yöneltilen eleştiriler yöneltilmişti. Bir yayın organı sadece ve sadece bir tek iktidar odağını münhasıran eleştirmeye vakfederse bütün çabalarını, Türkiye’deki gibi keskinleşmiş kutuplu bir siyasal-medyatik ortamda geniş kitleler nezdinde inandırıcılık ve güvenirlik sıkıntısı çeker. Kampanya gazeteciliği ile militan gaetecilik arasındaki temel fark da bu olsa gerek. Bu ‘tek yanlılığın’ bir başka mahsuru da, Nokta’nın başına geldiği gibi, herhangi bir saldırı, kapatılma, yasaklanma durumunda yalnız kalır, destekleri azalır.

ÖNEMLİ BİR DÖNEMEÇ

Gelelim şimdi Taraf’ın özel olarak Dağlıca ve Aktütün (Bezele) baskınlarıyla ilgili yayınlarına. Kuşkusuz bu konu çok boyutlu ve zengin bir konu. Bu nedenle önemli gördüğüm noktaları başlıklar haline toplamaya çalışacağım:

• Taraf, Kürt meselesinde açık bir şekilde tarafını baştan ilan etti. Gazete, TSK ile PKK arasındaki bu çatışmada BARIŞ’ın tarafında. Gazete yöneticilerinin Kandil’e gidip PKK yöneticileri ile röportaj yapması ve yayınlaması doğal ve normal bir edim. Hatta yapılması mutlaka gerekli bir gazetecilik faaliyeti. O yazılarda Taraf’ın PKK’ye yönelik eleştirileri de ortada. Taraf, savaşa karşı, şiddete karşı, rengi ne olursa olsun militarizme karşı. Aslında bu nitelikler normal olarak her yayın organının temel ilkeleri arasında zaten var olması gereken prensipler ama burası Türkiye...
• Taraf, Dağlıca’da olsun Aktütün’de olsun, tüm haber ve yorumlarında ana perspektif olarak insan hayatını eksen aldı.Ölüme karşı çıktı, ölümlerin engellenmesi için fikir ve öneri geliştirdi. Bu yaklaşımı benimsemeyenleri de hem somut olarak hem de fikri olarak eleştirdi.
• Taraf yöneticilerinin de açıkça kabul ettikleri üzere, son Aktütün bilgi ve belgeleri bir şekilde, bir kaynaktan kendilerine iletildi.Meslek sırrı ve haber kaynağının gizlenmesi ilkesi nedeniyle bu konuda soru bile sorulmaması gerekir. Bu ‘haber servisi’ tek başına kınanacak, eleştirilecek bir şey değil. Aynı bilgi ve belgelerin bir kısmı başka medya organlarına da gönderilmiş. Bunu kınayanlar belki de önce kendi gazetelerinin arşivlerini tarasın. Tayin edici mesele, haberin kaynağı ya da gazeteye ulaşma biçimi değil, gelen bilgi ve belgenin doğruluğu. Çongar’ın da söylediği üzere, bilgi, denetlenip doğrulandıktan sonra yayınlanır. Hele bu bilgi ve belgeler gazetenin genel yayın politikalarına da uygunsa neden yayınlanmasın?
• Taraf’a karşı çıkanlar, ‘Siz hep TSK aleyhine bilgi ve belge yayınlıyorsunuz. Polis aleyhine olan belgeleri neden yayınlamıyorsunuz?’ diyorlar. Bu sorunun tartışmalı iki cevabı var: Evet,’TSK karşıtlığı’ diye bir genel yayın politikası olamaz, genel yayın politikası ‘şiddet karşıtlığı’ olabilir. Dolayısıyla eğer polis de ya da başka kurum ve örgütler de, yasadışı ve gayrimeşru şiddet kullanmışsa ve bunun da belgeleri Taraf’da mevcut ise yayınlamaları gerekir. 1 Mayıs eylemlerinde yayınlamışlardı. Ben, Taraf’ın ‘Polis aleyhine bir şey yayınlarsak bazı kesimlerle aramız bozulur’ türünden bir kaygı taşıdığına inanmıyorum. Belge gelirse herhalde yayınlarlar. Ancak gazetecilik sadece gelen bilgi ve belgelerin doğruluğunu denetleyip yayınlamak değildir. Genel yayın politikası, muhabirleri belirli alan ve konulara yoğunlaştırmayı, seferber etmeyi zorunlu kılar. İşte burada ikinci cevap geliyor: Taraf’ın Genel yayın politikası, ‘Bugün Türkiye’de demokrasinin, özgürlüğün önündeki en büyük engel TSK’dır. TSK dışındaki anti-demokratik uygulamalara ağırlık vermek yayın politikası açısından yanlıştır’ şeklinde ise, mesela polisin anti-demokratik uygulamalarını haberleştirmek için özel bir çaba sarfedilmez. Taraf’ın yayınları dikkatlice izlendiğinde aslında böyle bir durumun da geçerli olmadığını görüyoruz. Bir gazete, esas olarak yayınlamadıklarıyla değil, yayınladıklarıyla değerlendirilir. Ama yayınlamadıkları, yayınlamak için sarf etmedikleri çaba da kuşkusuz önemsiz değil.
• Taraf’ın aslında en önemli iki özelliği tabu tanımaması ve fikri takip ile haberinin doğruluğunu savunmadaki israrı. Bu iki özellik kaçınılmaz olarak bugünün Türkiye medya manzarasında belki biraz risk taşısa da çokça da cesaret gerektiren bir tutum. Gerçekleri yazmak Türkiye’de kimi zaman insanların canına mal oldu. Tecrite yol açtı. Ama Taraf belli ki bunları göze almış.
• Taraf’ta benim özel olarak hoşuma giden (Bonjour Alev!) bıyıkaltı tabir edilen latin kökenli de olsa İngiliz serin mizahının yerli versiyonları. Hele son iki örnek nefis: ‘Paşasının Başbakanı’ ve ‘Genel Kurmay’dan solo şarkılar’. Cesaret, zeka ve yan ürünü mizahla birleşince güzel başlıklar çıkıyor ortaya. Yıllar önce Ahmet Altan-Alev Er ikilisinin Güneş gazetesinde attıkları ‘Polis, katilin eşkalini yakaladı’ manşetinde aynı zenginlik vardı.
• Taraf, bu son iki yayınıyla aslında bir turnesol kağıdı işlevi de gördü. Taraf’ın yayınını hazmedemeyenler, Genel Kurmay’dan önce fotografların tahrifatlı olduğunu öne sürdüler (Kanal 1), İlker Paşalarının hiddetini akladılar (Fikret Bila), Paşa’nın söylediklerini doğru bulup tarzını beğenmediler (Oktay Ekşi), isim verme cesaretini göstermeden Çongar’a çamur attılar (Genel Kurmay’ın Habertürk’deki personeli Nuran Yıldız).Taraf’ın haberlerini kabullenmek istemeyenler, gazete yöneticilerinin eşlerinin tabiyeti ve mesleği hakkında spekülasyonlar yaratmaya çalıştı. İlker Başbuğ için göreve ilk geldiğinde ‘entelektüel’, ‘diplomat’ diye övenler ise şimdilerde sustu.
• Bazı gazetelerde ve İnternet sitelerinde, Genel Kurmay’ın son açıklamasından sonra adeta sevinenler oldu. Sanki Genel Kurmay, Taraf’ın tüm yayınlarının tek tek ve somut olarak sahte olduğunu kanıtlamış gibi bir hava estirilmeye başlandı. Halbuki 16 asker ölmüştü, o sayıda bir değişiklik olmadı. Üstelik fotograflarda da tahrifat ya da yanlış bilgi yoktu.
• İki önemli savaştan örnek vermek gerekirse, 60’lı ve 70’li yıllarda Vietnam’ı işgal etmeye kalkışan ABD’de yenilgiye doğru basın da uyanmıştı (bkz.Walter Cronkite örneği) ama ABD’de de Rusya’nın Çeçenistan saldırısında da asker anneleri barış açısından çok önemli roller oynamıştı. Türkiye’de şehit cenazelerinde tek tük ‘Vatan sağolsun diyemiyorum’ diyenler çıksa da, henüz ve hala nasıl öldüğü kesin olarak bilinmeyen Albay Rıdvan Özden’in ölümünün ardından eşi Tomris Özden’in çabaları savaş karşıtlarınca saygıyla karşılansa da, yeterli olamadı. Yine de Türkiye’de Kürt meselesi nedeniyle gelişen siyasal ve toplumsal şiddete karşı son zamanlarda İslami kesimden de seslerin çıkmaya başlaması, Bülent Ersoy, Hülya Avşar gibi popüler şahsiyetlerin de konuya dahlolması kuşkusuz önemli.Medya, bu tür örneklerde kah ateşleyici olabiliyor kah izleyici. Halen bizim egemen medyanın bu konudaki tavrı esas olarak savaşçı. Taraf’ın değeri/farklılığı biraz da buradan kaynaklanıyor.
• Taraf, aslında bir çok insanın içinden geçip de söylemeye her zaman çok kolay cesaret edemediği konu ve yaklaşımları haber ya da yorum halinde gündeme getiriyor. Başarısının bir sırrı da bence bu...Taraf’ın Türkiye’deki askeri iktidara karşı şimdiye kadar emsali görülmemiş bir şekilde ve gazetecilik aracılığıyla geliştirmeye çalıştığı muhalefetin aslında hem bir geçmişi hem de toplumsal tabanı var. Siyasi açıdan, AKP’nin iktidara gelmesiyle de ilişkili olan bu muhalefet, anadan doğma TSK yanlısı olan medya organlarını doğal olarak ürküttü.
• Taraf’ın yayınları artık geri dönülmez bir yolun başlangıcını da muştuluyor. Hükümet, belediye başkanları, milli takım teknik direktörleri, tapu kadastro müdürleri gibi artık TSK da, Genel Kurmay Başkanı da medya tarafından eleştiriliyor, sorgulanıyor. Eleştirilen, sinirli el-kol hareketleriyle bağırıp çağırıp tehditler savursa da...

Başlıkdaki sorunun cevabını geçen gün bir Akdeniz kentindeki konferansı izleyen yerel muhabir arkadaşlar verdi: ‘Hocam, adamlar gazetecilik yapıyor!’.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd