Ana içeriğe atla

‘GOLFÇÜ PAŞA’ GAZETECİLİĞİ...

Gazeteciler.com'da 12 Ekim tarihinde yayınlanan analiz


• Ankaralı bazı gazeteciler belki alınacak ama Ankaralı bazı başka gazeteciler de düşünmeli...Yeni bir eğilim var Türk Egemen Medyasında: Orduya karşı çıkıp hükümeti destekleyenler hala iktidar yanlısı değil mi acaba?AKP muhalifleri neden hala apoletli?


Türk egemen medyasının –ki önemli özelliklerinden biri Apoletli olmasıdır- Aktütün baskınıyla ilgili haber ve yorumlarında çok da parlak bir sınav verdiğini kimse savunamıyor. Yine de galiba Dağlıca baskınıyla başlayan yeni bir sürecin geliştiğini görebiliyoruz.

Şimdilik sadece medya-ordu ilişkilerini kısaca ve genel bir değerlendirmeye tabi tutmak daha doğrusu yeni bir eğilimi anlamaya çalışmak istiyorum. Bu eğilim/süreç, esas olarak AKP’nin iktidara gelmesinden sonra filizlendi, medya alanında da geleneksel-klasik statükocu ve dolayısıyla koşulsuz kuralsız ordu yanlısı medyanın mevzi kaybetmesi, yerine hükümete yakın, ‘İslamcı’ tabir edilen ve yine AKP’ye yakın liberal köşe yazarlarının ön plana çıkmasıyla güç kazandı.

Eskiden, Türk Silahlı Kuvvetleri Türk egemen medyası tarafından, yani sağcı-solcu, ciddi-magazin tüm gazeteler tarafından neredeyse bir tabu olarak addedilir, ayrıca da hem kamuoyundaki ‘prestiji’ hem de gücü nedeniyle Genel Kurmay’ın, hatta küçük bir ilçedeki jandarma komutanının açıklamaları bile herhangi bir kuşkuya yol açmayacak kadar doğru kabul edilir, açıklama, hiç bir süzgeçten geçirilmeden olduğu gibi, manşetten ya da sürmanşetten yayınlanırdı. 27 Mayıs, 12 Mart ya da 12 Eylül’de matbuat, basın, medya topyekün askeri darbeleri destekledi. Ordunun açıklamaları, davranış ve eylemleri çoğu zaman, hatta hiç bir zaman sorgulanmaz, eleştirilmezdi. Kuşkusuz bu tutumu açıklayabilecek çok sayıda tarihi, siyasi, ideolojik, kültürel hatta ekonomik neden saymak mümkün: Orta Asya’dan bu yana fetihçi ve askercil haleti ruhiyenin Türkiye toplumunda kök salmış olmasının yanısıra, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Cumhuriyet döneminde de ülkedeki en köklü, en güçlü kurumlardan biri olması önemli faktörler. Ayrıca demokrasi, fikir ve eleştiri özgürlüğünün eksikliği, bu alanlarda güçlü, kalıcı bir geçmiş ve geleneğin bulunmaması, kesin sayısı tam olarak belli olmayan askeri darbelerle kesintiye uğramış siyasi rejimin kırılgan yapısı...vs...kaçınılmaz olarak bu ülkenin medyasını da etkiliyor. Milliyetçilikle yurtseverliğin ya da milliyetçilikle ırkçılığın, şiddete karşı çıkmakla Kürt haklarını görmezden gelmenin çok kolay birbirine karışabildiği bir ortamda radyo, gazete ve televizyonların da ortalama toplumsal kültür ve siyasetin özelliklerine uyum sağlaması doğal. Her Türk asker doğduğuna göre ve burada çalışan gazetecilerin büyük bir çoğunluğunun Türk olduğunu da hesaba katarsak, her Türk gazeteci de şu ya da bu şekilde asker perspektifine sahip...

Medyanın, üstelik egemen medyanın, TSK’ya yavaş yavaş karşı çıkması, edim ve politikalarını alçak sesle de olsa sorgulamaya başlaması Kürt meselesi sayesinde gelişiyor. Çünkü TSK, Kürt meselesinde buraya sığmayacak kadar hata yaptı, yapmaya da devam ediyor. Şimdi siyasi iktidarı elinde tutan AKP’nin, gerek Kürt meselesine gerekse Türk Silahlı Kuvvetlerine bakışı da statükocularınkinden biraz farklı. Her ne kadar Başbakan Erdoğan, ordu konusunda esinlenmekten gurur duyduğu Menderes, Kürt meselesinde de görüşlerini bir ara benimsediği Özal kadar cesur, yaratıcı ve açık olamasa da, AKP’nin, Türk devletinin bu iki konudaki resmi ideolojisinin en sadık ve en sıkı takipçisi olmadığı da ayan beyan açık. AKP iktidara geldikten sonra devletin neredeyse tüm reflekslerini kapmasına rağmen, resmi düzlemde olmasa da, özel ve gayrı-resmi alanlarda Kürt meselesi ve ordu konusunda daha yumuşak, daha liberal bir tutum benimsemek istiyor.

Siyasi iktidar sayesinde ve aslında büyük ölçüde AB Reformları sayesinde değişen bu siyasi-ideolojik ortama uygun olarak da, evet belki Cumhuriyet ya da Milliyet gazetesi, askerseverlikten, gözü kapalı ordu destekçiliğinden vazgeçmiş değil ama, Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik eleştirilerin de sadece Vakit ya da Taraf gibi gazetelerden gelmediğini de görüyoruz. Hele bu son ‘Golfçü Paşa’ hadisesinde, Alper Görmüş’ün de yazdığı üzere, Ankaralı gazeteciler (Bu deyim bence yanlış, çünkü bunların Istanbul versiyonu da var, bu nedenle bu kesime ‘iktidar yanlısı gazeteciler’ demek daha doğru olur) büyük ölçüde ofsaytta kalırken, Türk Egemen Medyasının Amiral Gemisi bile koskoca Hava Kuvvetleri Komutanına açıkça cephe aldı. Memleketdeki ve özel olarak medyadaki yeni rüzgarların pek farkına varmak istemeyen Genel Kurmay Başkanlığı da çok beceriksiz bir açıklamayla Hava Kuvvetleri Komutanını savunmaya çalışınca medya geri adım atmadı. Apoletli Medya eskisi kadar güçlü değil artık. Baksanıza Hıncal Uluç’la Erman Toroğlu bile orduyu eleştiriyor artık... Eskiden iktidar yanlısı olmak kolaydı, çünkü siyasi iktidar ile askeri iktidar arasında pek fazla fark yoktu. Bugünse siyasi iktidar ile askeri iktidar (İlle de siviller/askerler olarak görmemek gerek, mesela CHP yönetimi üniformasız olduğu halde askeri iktidarın bir parçası) bir çok konuda neredeyse zıt kutupları temsil ettiği için, iktidar yanlısı gazeteciler ‘Ya şundadır ya bunda...’ oynamak zorunda kalıp mevcut iki iktidar kutubundan birine yaslanmayı tercih ediyor. AKP’ye mevzilenen TSK’yi eleştiriyor, TSK’yi ve statükocu geçmiş düzeni savunmaya çalışanlar da TSK’yi savunup AKP’ye saldırıyor. Eleştirel olmak bir gazeteci için olmazsa olmaz bir koşuldur ama bizimkiler gibi seçici eleştirel olamaz bir gazeteci. Tüm iktidar odaklarına eleştirel yaklaşabiliyorsanız, yani ne ordunun, ne de siyasi iktidarın çıkar savunuculuğunu (Maddi, manevi yani organik ya da ideolojik olarak) yapmayıp, genel olarak demokrasiyi, özgürlüğü, bağımsızlığı ve kamu çıkarını savunuyorsanız o zaman gerçek gazeteci sıfatını hakediyorsunuz. (Var mı bu şartlara uyan somut bir örnek bu egemen medyada?)

Şimdi, TSK’ye vurulan her darbe öyle otomatik olarak, kendiliğinden bağımsız ve özgür bir medyayı muştulamıyor. Çünkü, halihazırda Apoletli olmasa da bir iktidar medyası var. Buna İslamcı medya, AKP yanlısı ya da yandaşı medya diyoruz. Taraf gazetesini bir kenara koyuyorum ama somut örnek vermek gerekirse, şimdi mesela, çoğu zaman somut gerçeklerden değil siyasi-ideolojik dürtülerle hareket edip çok da sağlam/belgeli olmayan bir kampanya gazeteciliği yapan Vakit gazetesi, bir ilçedeki asteğmene saldırdığında ya da Genel Kurmay başkanına imalı manşetler çektiğinde, bunu, anti-militarizm, demokrasi, özgürlük adına yapmıyor. Apoletli Medya’nın azalan iktidarını iyice zayıflatmak ve daha da önemlisi bizzat kendisi, kendi ideolojisi ve savunduğu siyaset güçlensin, iktidardaki konumunu, mevziini pekiştirsin diye yapıyor.

TSK’nın medyada hem de egemen medyada artık eleştirilmesi, sorgulanması kuşkusuz önemli ve olumlu. Ne var ki bu eleştiri siyasi iktidar kaynaklı ise düşünmek gerek.

Apoletli Medya ile İslamcı Medya arasındaki iktidar kapışmasında, gerçekten demokratik, bağımsız ve özgür basın isteyenler, iki kutuba eşit uzaklıkta durmak zorunda. ‘Ankaralı gazeteciler’ deyiminin yanlışlığı burada bir kez daha ortaya çıkıyor. Çünkü ‘Ankaralı gazeteci’ aslında ‘İktidar Yanlısı’ gazeteci demek. Ne var ki bugün siyasi alanda da Apoletlilerin ve AKP yanlılarının İktidarı kapıştığı için, mesela Yeni Şafak ile Cumhuriyet’in başkent büro temsilcilerinin ikisi de Ankaralı olmasına rağmen, gazetecilik yapmak dışında hiç bir ortak yana sahip değiller. Neredeyse her konuda da zıt fikirler savunuyorlar. Her ikisi de kendi iktidarı için çalışsa da...

Bir değini de Taraf’a...Bu ‘Golfçü Paşa’ manşeti sanki bence Taraf’a pek yakışmadı. Belki benim algılamamda bir sorun vardır ama Taraf’ın yönetimindeki arkadaşlar, Ahmet Altan, Alev Er, Yasemin Çongar olsun, öyle çok da devlet protokolüne, kurum ve kuruluşların resmi kurallarına özel olarak önem veren arkadaşlar değildir diye bilirdim. Aynı şekilde bu üç yönetici meslekdaşımızın, ‘Golf elit sporudur’ gibi bir anlayışa sahip olmadıklarını da biliyorum. Yine Taraf’ın, bu haberlerinde asker cenazelerine de özel bir önem verdiğini de öğrenmiş olduk. Düz bir okuma, Taraf’ın, TSK’yı, PKK’ye karşı daha hızlı, daha ciddi ve daha kapsamlı harekete geçirmek istediği sonucunu veriyor. Öyle olmadığını bilsek de... Komutan, üstünden izin almış, Bayram tatilini geçiriyor, gitmiş golf oynamış...Komutana görevini ve ‘şehitlerimiz’ konusunda hassas olması gerektiğini hatırlatmak Taraf’a düşmezdi bence. Baksanıza Genel Kurmay bile böyle bir hatırlatma yapmaktan çekindi. Ama hepimiz öylesine resmi ve askercil bir toplumda ve ideolojik iklimde yaşıyoruz ki, bazen en liberal, en TSK karşıtı arkadaşlarımız bile komutanları ‘hizaya çekiyor’.

Taraf’ın bu tutumu, bana Fransız ‘resmi anarşist’ haftalık siyasi mizah gazetesi Canard Enchaine’nin vakti zamanında yayınladığı bir haberini hatırlattı. 70’li yıllarda dönemin Başbakanı Jacques Chaban-Delmas’ın vergi beyannamesini ele geçirmişti Canard.
Vergi uzmanlarına, muhasebecilere filan incelettirip bu belgeyi, Başbakan’ın küçük bir tutar da olsa vergi kaçırdığını yakalamıştı hınzır gazete. Fransızlar bu vergi konusunda özel olarak çok hassastır. Vergi meselesi de Fransa’da popüler bir konudur. Şimdi bir Başbakan’ın vergi kaçakçılığı yapması tabi ki haberdir ama bunu da anarşist Canard Enchaine’nin manşetten vermesi o zaman garibime gitmişti. Fransız meslekdaşlara sordum bunun nedenlerini ve o zaman anladım Canard Enchaine’ye neden ‘RESMİ Anarşist’ gazete dendiğini. Bu tamamen yayın politikasıyla ilgili bir tercih meselesi...
Eğer, ‘Vergi kutsaldır’, ‘Ödediğiniz her kuruş vergi size yol, okul, hastane olarak geri döner’ ilkesini savunuyorsanız, böyle bir haberi manşetten de sürmanşetten de verirsiniz. Ama verginin sınıfsal bir uygulama olduğunu gözlemliyorsanız, ücretlilerin kaynaktan kesilen vergilerinin tutarı ile büyük sanayici ve tüccarların kaynaktan da kârdan sonra da kesilmeyen, ödenmeyen vergilerini biliyorsanız, üstelik yurttaşlardan toplanan vergilerin ne zaman, nasıl, ne amaçla harcandığını da biliyorsanız, o zaman kalkıp ‘Başbakanım siz de her yurttaş gibi verginizi lütfen düzgün ödeyin’ anlamına gelecek haber yapmazsınız.

Yeni süreçte, eskiden olduğu gibi, göz boyamaya müsait ortamlar yaratmayalım. TSK’yı her eleştiren demokrat değildir, İslamcı medyaya ya da cenaha vurulan her darbenin özgürlüğü güçlendirmediği gibi...Hangi eleştirinin, kim tarafından, nereden, nasıl yani ne amaçla yapıldığı en az eleştirinin kendisi kadar önemli.
Tüm iktidar odaklarına eşit uzaklıkta durmak, kamu çıkarını savunmak ve en önemlisi doğru haber yapmak hala geçerli ilkeler...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle