Ana içeriğe atla

ESKİ ZİHNİYETLE YENİ GAZETE?

· Ciner Grubu, Fatih Altaylı yönetiminde yeni bir günlük gazete çıkaracakmış. Mevcut egemen medya manzarasında nasıl yenilik yapılabilir? Eski anlayışlar ve eski kadrolarla yeni gazete olur mu?



Ciner Grubu uzun süredir yeni bir günlük gazete çıkarma hazırlıklarını sürdürüyor.Kuşkusuz, Türkiye medya manzarasına yeni bir günlük gazetenin daha katılması, fikir çeşitliliği, yaklaşım zenginliği ve meslekdaşlarımıza yeni istihdam olanakları yaratması açısından olumlu bir gelişme olacak.

Yeni çıkacak gazetenin kadrosu, yayın politikası konusunda şimdiye kadar birkaç söyleşi, birkaç da haber yayınlandı. Fatih Altaylı’nın yönetiminde süren çalışmalar hakkında özellikle bizzat kendisinin yaptığı açıklamaları, aynı holdingin bir parçası olan Habertürk internet sitesinin yayın politikasını, Habertürk ve Kanal 1 televizyonlarının gazetecilik,/habercilik anlayış ve uygulamalarını göz önünde bulundurduğumuzda, yeni gazete hakkında şimdiden bir dizi gözlem ve tahmin yürütmek çok güç olmasa gerek.

Bir yayın organı açısından tayin edici özelliğin medya mülkiyeti olduğu artık tartışılmaz bir gerçek. Çünkü Genel Yayın politikasını da, kadro tercihini de, gazetenin yapılanmasını da sonuç olarak medya mülkiyeti belirliyor. Şimdiye kadar böyle oldu, bundan sonra da böyle olmaması için bir neden yok. Medya mülkiyeti derken, ille de medya organının bizzat sahibi olan kişinin, tek başına her şeye karar verdiğini ima etmek istemiyorum. Ama medya mülkiyeti kime ait ise, kişi veya kişiler, ya da bir kurum, medya organının neredeyse her şeyi bu mülkiyet anlayışına göre oluşuyor, oluşturuluyor. Bir işçi sendikasının sahipliğini üstlendiği bir yayın organı ile (Mesela 1980 öncesi DİSK’e bağlı Maden-İş’in mülkiyetindeki Politika gazetesi) büyük bir holdingin sahibinin mülkiyetindeki bir gazete (Mesela Aydın Doğan’ın Hürriyet gazetesi) kaçınılmaz olarak bir çok alanda farklılıklar arzetmekteydi.

Turgay Ciner, kısa da olsa medya tecrübesi olan, son yıllarda yükselen bir iş adamı. Ciner’in Sabah deneyiminden sonra yeniden medya dünyasında söz sahibi olmak isteğini, herhalde Ciner’in ‘kamuya doğru, çok yanlı, inanılır, güvenilir, doğru haber ve fikir/yorum çeşitliliği sunmak’ olarak algılayamayız. Çünkü Ciner, gerek Sabah döneminde, gerekse günlük gazetesi olmayan medya grubu döneminde, ne böyle bir irade beyan etti, ne de uygulamada bu tür bir gazetecilik gösterisinde bulundu. Aksine, Ciner’in, diğer holding sahiplerinden farklı olmadığını kanıtlayan somut bir olguya yakın geçmişte tanık olduk: Bir Pazar akşamı, başta 24 saat habercilik yapan televizyon kanalları, ardından diğer kanallar da, normal yayın akışını kesip, olay yerine koşup Bağcılar’daki patlamayı naklen verirken, Habertürk, bir tartışma programında Enerji Bakanını ağırlıyordu ve altyazı geçmekle yetinip, normal yayın akışını sürdürmüştü. Çünkü madencilik sektörünün önemli bir işvereni olan Turgay Ciner’in televizyonunda, Enerji Bakanının programı kesilemezdi, nitekim de kesilmedi. Bu olayda Turgay Ciner’in bizzat müdahale ettiğini hiç sanmıyorum. Ama işte böyle bir medya mülkiyeti, kanalın yönetici ve hatta çalışanlarını son derece güç bir bağımlılık sarmalına düşürür, nitekim de düşürmüştür. Genel Yayın Yönetmeni ya da o geceki yayın sorumlusu ‘Şimdi bizim patronun sinai, ticari işlerinde son derece önemli bir konumu olan bir bakanın yayınını kesersem, işten atılır mıyım? Patron beni fırçalar mı?’ kaygısına düşmüştür mutlaka. Ve habercilik dalında rakipleriyle yarışan bir kanal, böylelikle, işverenin çıkarı ile kamunun ve haberin çıkarı arasındaki çelişkiyi işverenin çıkarından (Aklınca!) yana çözmüştür. Habertürk açısından ilk kötü sınav...İlk olumsuz işaret.

Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olarak Fatih Altaylı’nın görevlendirilmesi de kuşkusuz tartışmalı bir atama. Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra eski konumuna neredeyse tamamen zıt düşen açıklamalar yapmış olması meslek çevrelerinde hoş karşılanmadığı gibi, son derece esnek bir işveren bağımlılığı ile de itham edildi. Genç, dinamik, çalışkan, heyecanlı bir meslekdaşımız olmasına rağmen, popülist ve polemist yaklaşımları gazetecilik ve habercilik konusundaki hem yüzeysel hem de çelişkili perspektifi, gerçek anlamıyla yeni bir gazeteyi yaratıp yönetebileceği konusunda kuşkular uyandırıyor. Atanmış/görevlendirilmiş Genel Yayın Yönetmeninin kimliği, şahsi özellikleri aslında o kadar da tayin edici değil ama yine de bir dizi olumsuz işaret vermesi açısından önemli.

Altaylı’nın ‘Bab-ı Ali’nin en iyi kadrolarını topluyoruz’ mealindeki açıklaması hem anakronik (Bab-ı Ali öleli en az 28 sene oldu maalesef!) hem de yanlış. Emin Çölaşan mı Bab-ı Ali’nin en iyi kadrosu? Yoksa aynı holdingin bir televizyon kanalında yöneticisi Altaylı’yı sürekli överek çanak sorularla besleyen hanım gazeteci mi?

Gazetenin adı konusundaki hazırlıklar da ilginç: İnternet sitelerinde dolaşan bilgi ve dedikodulara göre, zaten bir ‘marka imajı yaratmış olan’ deniliyor ‘Habertürk’ adı halen favori isimmiş. Haber çünkü kendi arasında Türk, Arjantinli ve Burkina Fassolu olmak üzere üçe ayrılır değil mi? İsim de çok tayin edici değil sonuç olarak ama yeni gazete çıkarmaya yeltenen bir grubun bula bula bulduğu isim, televizyonun yarattığı bir popülerlikten (Dikkat meşruluk değil) yararlanmak olabiliyor! Ufuk Güldemir de ‘Habertürk’ adında bir gazete çıkartmıştı. Hatırlayan vardır herhalde. Altaylı’nın Habertürk’ünün sonu, Güldemir’inki gibi olmasa bari...

Yeni gazete çıkartmaya niyetlenen birinin öncelikle mevcut medya manzarasını doğru bir şekilde okuması, incelemesi, yorumlaması gerekir. Medya mülkiyeti, bugünkü Türkiye’nin siyasi, ideolojik, kültürel yapısı, Genel Yayın politikası, haber politikası, kadro yapısı...vs... gibi bir dizi hayati konuda ciddi araştırma yapmak gerek. Türk medyası bugün başarılı mı? Değilse neden? Biz, refiklerimizden/rakiplerimizden hangi açı ve düzlemlerde farklılık yaratmalıyız?
Daha kaliteli gazetecilik nasıl yapılır? Daha fazla tiraj nasıl sağlanır? Tüm bu soruları sorup, gerekirse akademisyen ve uzmanların da desteğiyle ortaya ciddi bir araştırma çıkarmak gerek. Türk medyası aslında negatiften çok iyi bir öğretmendir. Mevcut egemen medyanın yanlış, hata ve eksikliklerinin yüzde 50’sinden kaçınabilseniz ortaya eli ayağı nispeten düzgün bir gazete çıkarmak mümkün. Ama önce fikren yani maddi ve ideolojik olarak bağımsız olmanız gerekir. ‘Bir yandan holdingin çıkarlarını savunayım, bir yandan iyi gazetecilik yapayım’ imkansız bir tercih. Ciner holding’de ya da iş yaptığı bir başka şirkette bir yolsuzluk, usulsüzlük olduğunda biz bu haberi doğru olarak önce Habertürk gazetesinde mi okuyacağız?

Ben burada Ciner’i ya da Altaylı’yı açıkça daha masum görebiliyorum. Her ikisi de Hürriyetzededir aslında. Türk egemen medyasının rol modeli olan Hürriyet, maalesef itiraf ve kabul etmek gerekir, kendi dalında başarılı bir gazete. Hala belirli bir etkisi ve gücü var. Hem kamuoyunda hem de siyasi iktidar çevresinde. Hürriyet modeli, Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök nezdinde bir çok işvereni ve bir çok Genel Yayın Yönetmeni adayını cesaretlendiriyor, onlara cüret veriyor. Doğan, medyatik silahlarıyla borsada kote şirketlerine bile kazandırabiliyor, siyasi iktidarı zorlayabiliyor. Özkök de hem para, şan, şöhret bulvarlarında kasılarak dolaşabiliyor hem de bir çok gazetecinin kaderini iki dudağı arasında kilitleyebiliyor. Az buz bir iktidar değil bunlar...Ciner’le Altaylı da, ‘Doğan’la Özkök yapabiliyorsa biz neden yapmayalım?’ diye düşünüyorlar galiba. Oysa ki unuttukları, hesaba katmadıkları birkaç boyut var: Bu piyasa iki adet Hürriyet kaldırmaz. Keza sizin bu işi Hürriyet kadar başarılı yapıp yapamayacağınız kuşkulu. Ayrıca yapabilseniz bile, kamuoyu ve siyasi iktidar açısından bakıldığında, ‘Hakikisi var iken sahtesine kimse itibar etmez’ ilkesi önemli. Ayrıca, Hürriyet de bu piyasada ikinci bir Hürriyet’e izin vermez.

Altaylı, Çölaşan ve benzerlerinden oluşacak bir kadro, Türkiye’nin temel meseleleri konusunda – Kürt, Ermeni, laiklik, ordu, AB...vs...- mevcutlardan farklı bir şey önerebilecek nitelik ve kapasitede gazeteciler mi? Ordu yandaşlığı, Kürt karşıtlığı, Ermeni sorununda çözümsüzlükte ısrar mevcut hiçbir gazeteye artı puan kazandırmadı. Sınırlı ve konjonktürel ayrıca da dar bir AKP karşıtlığı da prim yapmaz.

Yakın ya da orta vadedeki gelişmelerin, bu yazdıklarımı tekzip etmesini dilerim. Yanılmış olmaktan büyük bir memnuniyet duyacağım. Ne var ki bugün Türkiye medya manzarasının eksikliğini hissettiği gazete, Galatasaraylı kardeşim Fatih Altaylı’nın Habertürk’ü değil herhalde.
Sadece Taraf gazetesini ayaküstü bir şekilde incelemek bile neyin yapılması gerektiği konusunda önemli ipuçları veriyor. Bu cümleden yola çıkıp, Taraf’ın ideal bir gazete olduğunu savunmuyorum.
Toparlayayım:
· Sinai,mali, ticari ya da siyasi holding ve iktidara dayalı bir medya mülkiyeti bugüne kadar başarılı, olumlu bir gazetecilik/habercilik yapılmasını sağlayamadı. Medya mülkiyetinde mutlaka çalışanların ve okurların çoğunluk hisse sahibi olması gerekir. Birgün gazetesi örneğinde olduğu gibi tabana yayılmış, çoklu sahiplik mekanizması lazım. Hiç kimse gazetenin yüzde 5 hadi bilemediniz yüzde 10’undan fazlasına sahip olmamalı.
· Yönetici kadro (Genel Yayın yönetmeni, yazı işleri ve haber müdürleri) işveren tarafından atama yoluyla değil, çalışanlar tarafından seçimle işbaşına getirilmeli. Gazete yöneticileri, hem yayın hem de idari olarak işverene karşı değil, çalışanlara ve okurlara karşı sorumlu tutulmalı, onlara hesap verebilmeli.
· Gazetenin kadrosu oluşturulurken, Bab-ı Ali adı altına gizlenip -ayıp olacak ama neyse- kaşarlanmış, tilki, paragöz gazeteci cemaati yerine, genç, iyi eğitim almış, bağımsız düşünebilen, eleştirel, cesur, tabu tanımaz, mesleki yeteneklere sahip, holding gazeteciliğinin çukurunda yüzmemiş, dürüst, idealist gençlere yönelmekte büyük yarar var.
· Türk egemen medyasının büyük bir bölümünün dogmatik olarak benimsediği Kemalist ilkeler yerine evrensel gazetecilik ilkelerine sadakat ve uygulama tayin edici. Devleti değil toplumu, orduyu değil halkı, zenginleri değil yoksulları, sermayeyi değil emeği koruyan, onların adına gazetecilik yapan bir iklim yaratılmalı.

Aslında daha yazılacak, yapılacak o kadar çok şey ve iş var ki...
Yeni gazetecilik/yeni gazete, eski zihniyet ve eski kadrolara bırakılamayacak kadar değerli bir kavram.

Hamiş: Tam bu yazıyı bitirdim. Telefon çaldı. Habertürk televizyonundan arıyorlarmış. ‘Yazdıklarım izleniyor mu acaba?’ kuşkusuna düşer gibi oldum. Neyse değilmiş! Ergenekon davası konusunda görüş istiyorlarmış.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle