Ana içeriğe atla

YANLIŞ ADAM YANLIŞ YÖNTEM

Başbakan Erdoğan, demokrasi ve basın özgürlüğü kültüründen yoksun olduğu için, ayrıca Deniz Feneri skandalının Türkiye sahillerine vurması ve eski büyük yolsuzlukların ortaya çıkma ihtimali karşısında gerilip boykot çağrısı yaptı. Bu zihniyet, medyanın eleştirileri karşısında tahammülsüzlük gösterirken, akıllı ve becerikli davranmıyor


Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasında süren siyasi iktidar-medyatik iktidar savaşının son aşamasında, 18 Eylül Perşembe akşamı, Başbakan’ın iftar yemeğinde Doğan grubu yayınlarını boykot etmeye çağırmasıyla yeni bir aşamaya girildi.
Bu çağrıyı bir kaç açıdan ele alalım:

• Erdoğan, iktidara geldiğinden bu yana, medya ve medya ile ilişkiler konusunda hiç de parlak ve olumlu olmayan bir tutum izledi. Önce, aynı zamanda siyasi rakibi olan Cem Uzan’ın medya ve sinai grubunu, pek de yasal ve meşru olmayan yöntemlerle yıldırım baskınlarla ortadan kaldırdı. Ardından, BBC ve Reuters gibi uluslararası medya organlarını isim vererek kınadı. FİJ ve WAN gibi uluslararası basın meslek kuruluşlarının tepkisini çekti. İktidarının ikinci döneminden itibaren de, siyasi iktidara yani kendine yakın iş adamlarına devlet kredileri ile medya işvereni sıfatını verdi.Şimdi de Doğan medya grubu ile neredeyse kişisel düşmanlığa dayalı bir mücadele yürütüyor. Erdoğan’ın tüm bu kapışmalarda izlediği/benimsediği taktik/strateji ve yöntemlerin başarılı olduğunu kabul etmek çok zor. Çünkü yürütmenin başı olarak bir Başbakan’ın, muhatap olmaması gerektiği halde, medya grupları ya da işverenleriyle bu tür bir kavgaya girmesi anlamsız ve yanlış. Üstelik Erdoğan’ın uslubu da, bir devlet yetkilisininkinden çok, mahalle kavgasındaki bıçkının tarzını andırıyor: Açıkla! Bir hafta mühlet veriyorum yoksa ben açıklayacağım! Gelecek hafta Istanbul’da ilçe kongresinde konuşup söyleyeceğim! Sevsinler seni...vs... Erdoğan’ın en büyük handikapı ise demokrat olmaması.
• Erdoğan, Aydın Doğan’la kapışmasında Doğan’ın kendisine ‘Ben bu yazarları kontrol edemiyorum’ demiş olduğunu açıklarken, sinik bir şekilde Doğan’la alay etti ve mealen ‘Gazete patronuna bakın, kendi yazarına hakim olamıyor’ dedi. Erdoğan, bir medya kuruluşunu, bir patron ve onun emrindeki gazeteciler ve yazarlar olarak algılıyor anlaşılan. Bu otoriter yaklaşım, aslında Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana, hatta belki de Osmanlı’dan bu yana, bir çok resmi ve özel kurumun künyesinde maalesef mevcut.
• Erdoğan şimdi, bir yandan Deniz Feneri dalgasının Türkiye sahillerine vurmasıyla, ayrıca Aydın Doğan’ın kendisine son olarak gönderdiği 20 sayfalık mektuptaki yolsuzluk/rüşvet iddialarının ortaya çıkma ihtimalinin verdiği sıkıntı ve gerginlikle, bir süre önce bitirmeyi düşündüğü polemiği boykot çağrısıyla yeniden ateşlemiş oldu.
• Medyayı boykot, sivil toplumun, baskı gruplarının sıkça kullandığı bir yöntem olarak, bizatihi demokratik bir eylem tarzıdır. Haklarının çiğnendiğine, sesinin kısıldığına ya da tahrif edildiğine inanan toplumsal kesimler, muhalifler, medyaya karşı, okur mektubu kampanyası, tekzip, yalanlama, dava açma gibi yöntemlerin de etkisiz kaldığı aşamada boykot çağrısı yaparak kendisini gayrımemnun eden medya kuruluşuna karşı kitlesel bir muhalefet hareketi organize edebilir. Ne var ki, bu yöntem bir Başbakan’ın, yani bir ülkede yürütme gücünün bir numaralı sorumlusunun benimseyeceği/uygulayacağı bir yöntem değildir. Medya, bir ülkede mevcut tüm siyasi-iktisadi-ideolojik-kültürel iktidarların faaliyetlerini izler ve kamu adına olumsuzlukları sergiler. Medyanın görevi zaten bu...Medya tarafından eleştirilen iktidar odak ya da yapılanmaları da, bu eleştiriyi ciddiye alıp doğru bulursa uygulamasını değiştirir, yok medyanın eleştirisini doğru bulmazsa da eski politikalarını uygulamaya devam eder. Eleştiriyi kabul etmez.
• Erdoğan’ın bu boykot çağrısının iki büyük sakıncası var: Bugüne kadar Erdoğan-Doğan kavgasında nispeten tarafsız kalmaya çalışan diğer medya kuruluşları da (Siyasi iktidarı destekleyenlerin dışındakiler) Erdoğan’dan uzaklaşıp Doğan’a yaklaşabilir. Erdoğan’ın boykot çağrısını tüm medyaya yönelik bir tehdit olarak algılayabilirler ve Doğan’a açıkça destek vermeseler de, Erdoğan’a daha uzak durmaya başlayabilirler.İkinci sakınca, bu boykot çağrısının etkisi. Bir hafta sonra tirajlara reytinglere baktığımızda Doğan grubu herhangi bir gerileme kaydetmemiş, hatta yükselme yaşamışsa, Erdoğan’ın çağrısının yanlışlığı iyice tasdik edilmiş olur.

• Türkiye’nin en zengin iki şahsiyetinin (RT.Erdoğan ve A.Doğan) bu kavgasının bir başka ilginç yönü de, söz konusu iki beyefendinin aynı zamanda Türkiye’nin en nefret edilen kişiler listesinde zirvelerde dolaşması. Türkiye’nin kemalistleri, laiklik ilkesine gerçekten ve yapmacık bir şekilde önem atfedenler, hakiki demokratlar ve gerçek solcular, ordunun tepesi ve orta kademeleri ile kentli kadınların büyük bir bölümü Erdoğan’dan sabah akşam nefretle sözediyor. Başbakan’la kapışmaya başladığından bu yana da, AKP’ye oy veren yurttaşların büyük bir kısmı ile bir şekilde gazetecilik-habercilik-yayıncılık dünyasıyla temas etmiş insanların büyük bir kısmı da Aydın Doğan’ı hiç mi hiç sevmiyor. Dolayısıyla tüm bu kesimleri şimdi zor bir sınav bekliyor: Hangisini daha çok sevmiyorum?
• Erdoğan-Doğan kavgası, son boykot çağrısından sonra, anlaşılıyor ki yarın öbürgün sona ermeyecek. Medyatik iktidar bu siyasi kavgada doğal ve yapısal olarak çok şanslı değil. Çünkü Doğan grubunun arkasında açıkça siyasi bir kuvvet yok. Doğan, siyaset dünyasında Erdoğan’ın alternatifi hatta rakibi bile değil, olamaz da, zaten kendisinin de böyle bir konuma aday olmadığını biliyoruz. Erdoğan ise Doğan grubunu zayıflatarak kendisine yakın medyayı güçlendirmek istiyor. AKP’nin çöküş dönemine rastgelse farklı bir şekilde sonuçlanabilecek bu kavgada taraflar hata yaptıkça karşı tarafı güçlendiriyor. Erdoğan, POAŞ’ın vergi borçlarında olağanüstü indirime gidilirken Doğan ile al gülüm ver gülüm durumundaydı. Doğan da, medya organları AKP’yi desteklediği sürece Erdoğan’la çok iyi geçiniyordu. Bir süre sonra – belki yerel seçimlerden önce, olmazsa da yerel seçimlerden sonra- Erdoğan ile Doğan, genel siyasi dengelerde olağanüstü bir değişiklik olmaz ise, yeniden anlaşmak zorunda kalacak. Bu anlaşma da ancak Doğan’ın ‘Biat etmeyiz’ açıklamasını tekzip etmesiyle gerçekleşebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd