Ana içeriğe atla

APOLETİN MEDYASI/MEDYANIN APOLETİ

• Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 16 Eylül 2008’deki 3.5 saatlik ‘Medya ile Diyalog’ toplantısı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeni dönemde medya ile ilişkilerini açması bakımından önemli. Ancak TSK’nın Türk siyasi hayatındaki rolü ve konumu değişmediği sürece, medya ile ilişkileri biçimsel değişikliklerle sınırlı kalmaya mahkum.



Yeni Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 16 Eylül 2008 Salı günü ‘Medya ile Diyalog’ toplantısı düzenleyerek önümüzdeki dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri ile medya arasındaki ilişkilerin niteliği, boyutu hakkında açıklamalar yaptı. Salı günü akşamüstü İnternet siteleri ile Çarşamba günü gazetelere baktığımızda, belki de dünya çapındaki Lehman Brothers ve Almanya’daki Deniz Feneri davası haberleri nedeniyle olabilir, bu toplantı eskiden olduğu kadar büyük ve önemli olarak değerlendirilmemiş sanki...Türk egemen medyasında aslında Genel Kurmay Başkanı ne dese, ya da İnternet sitesinde ne yayınlansa, neredeyse ilke olarak, içeriğinin doğruluğu araştırılmadan, konu soruşturulmadan, suçlanan kişilerin görüşlerine başvurulmadan manşetten ya da sürmanşetten verilirdi. (Bkz. Andıç felaketi). Genel Kurmay’ın, bir ideolojik ve silahlı merkez ve haber kaynağı olarak, yeni Türk egemen medyasında önem ve anlamını az da olsa yitirmeye başlaması olumlu bir gelişme olarak kaydedilebilir. Ne var ki, sadece Cumhuriyet döneminde değil, belki de Orta Asya’dan bu yana toplumun, ülkenin ve devletin siyasi genlerine kazınmış olan militarizm ideolojisinin egemen varlığını halen sürdürdüğünü de açık bir şekilde görüyoruz.
Hürriyet, Sabah, Milliyet, Cumhuriyet ve yeni akredite Yeni Şafak’ın sayfalarında da yer alan bu toplantı haberileri, köşe yazıları ve Salı günü TV ekranlarında yayınlanan gazeteci izlenim ve aktarımlarını değerlendirdiğimizde, önem sırası gözetmeksizin belirtilmesi gereken bir kaç nokta var:

Akreditasyon:
Ulusal çapta yayın yapan 8 günlük gazetenin toplantıya davet edilmemesi akreditasyon sorununun henüz çözülmediğini gösteriyor. Hele bu gazeteler arasında, tartışmalı tirajla en çok satan gazete olan Zaman yer alıyorsa ve Orgeneral Başbuğ’un devir-teslim töreni konuşmasında değindiği cemaat meselesiyle yakinen ilgili bu gazetenin hala dışlanması anlamlı. Toplantıya çağrılmayanlar listesinde Fikret Bila’nın bir ihtimal yazmayı unuttuğu Kürt dünyasının sesi olmaya çalışan ‘Alternatif’ gazetesi de, sol muhalefetin sesleri olarak Birgün ve Evrensel ile birlikte, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ya da Basın Konseyi’nin de ‘Gazete’ tanım ve kriterlerine uymuyor olsa gerek! Ordu konusundaki haberleriyle öne çıkan Taraf’ı çağırmamak da çok anlamlı.

Kurumsal Süreklilik:
Orgeneral Başbuğ, 3.5 saatlik toplantıda Max Weber’den alıntı yapmanın yanısıra Michael Sweeney'in "The Military ve The Press" (Asker ve Basın) isimli kitabına gönderme yapması, Ergun Babahan ve Fikret Bila gibi Genel Kurmay nezdinde de muteber gazetecileri etkilemiş. Noam Chomsky, bir sohbet sırasında, ‘Amerikalı yöneticiler, Üçüncü Dünya’da ingilizce bilen ve konuşan her insanı çok kıymetli sanırlar’ demişti. Orgeneral Başbuğ, belli ki, asker-medya ilişkileri konusunu iyi çalışmış ve önümüzdeki dönemde Apoletli Medya’nın omuz ya da yakasındaki yıldız ya da şeritleri artırmaya yönelik etkinlikler tasarlıyor. İletişim Dairesinin başındaki subayın rütbesinin yükseltilmesi, haftalık basın toplantıları, 24 saat nöbetçili başvuru merkezinin hizmete girmesi bunu gösteriyor. Hele savunma muhabirlerine önem verme adı altında onlara eğitim seminerleri düzenlenme fikri/projesi Başbuğ’un Apoletli Medya’yı cendere altına alma girişiminin somut ifadesi. Gazeteciye/muhabire haber kaynağı kurum eğitim semineri veremez, vermemelidir. Gazeteciye/muhabire eğitim, ancak ve ancak kendi mesleki kurumu (Gazeteciler Cemiyeti ya da Gazeteciler Sendikası) tarafından verilir. Ya da iletişim fakülteleri ve benzeri akademik kurumlar bu eğitimi üstlenebilir. Kendisi haber kaynağı olan Genel Kurmay Başkanlığı muhabilere ‘eğitim semineri’ organize ederse, bunun adı halkla ilişkiler ya da propaganda toplantısı olur. Bu plan uygulamaya konursa, medya kuruluşları ve bireysel olarak muhabirler, Genel Kurmay Başkanlığının seminerlerine katılmayı red etmelidirler. Hele bir sonraki aşamda, ‘Genel Kurmay’a akredite olmak için mesleki seminerleri tamamlamış olmak’ kayıt ya da şartı koşulursa, eğitim seminerlerinin amacı iyice ortaya çıkar. Savunma muhabirlerine yönelik haftalık basın toplantıları önemli ve olumlu bir uygulama.

Medya ne kadar eleştirebilecek? Asker ne kadar hoşgörülü?
: Çarşamba günkü Cumhuriyet de toplantının soru-cevap bölümünün kayıtları yayınlanmış. (Tümü mü?). Sadece bu bölüme ve genel uygulama ile yakın geçmişe baktığımızda, Genel Yayın Yönetmenleri olsun, Ankara temsilcileri ya da uzman savunma muhabirleri olsun, TSK’ya özel olarak da Genel Kurmay başkanlığına hala ve henüz gazeteciliğin gerektirdiği eleştirel, sorgulamacı yaklaşım, yöntem ve uslubu benimseyemediklerini gösteriyor. Evet efendim, sepet efendim, sizin de buyurduğunuz gibi muhabetleri hüküm sürüyor. (Bkz. Babahan ve Bila’nın Çarşamba günkü köşe yazıları). Egemen medya TSK’ya karşı tek yanlı bir tutum içinde. Bilhassa Kürt meselesinde, bir yanda medya ve TSK diğer yanda düşmanlar (PKK, Barzani, AB, ABD vs...). Bizim gazeteciler, belki de askerlik görevlerini yaparken öğrendikleri ‘Her Türk asker doğar’ ilkesinden yola çıkarak, soru sorarken, ‘Ordumuz’, ‘Askerlerimiz’, ‘Birliklerimiz’, ‘Şehitlerimiz’ sözcüklerini büyük bir rahatlıkla kullanıyorlar. Aslında pek de şeffaf olmayan ordunun iç mekanizması, olası yolsuzluklar, ordu içinde dayak/şiddet, asker kaçakları, bilgi sızdırmalar gibi konular, egemen medya tarafından işte tam da bu bağımlılık ve tek yanlılık nedeniyle gündeme getirilemiyor, haber, inceleme-araştırma konusu olamıyor. Sabah’tan Emre Aköz, başarılı bir şekilde, bu kadar ayrıntıya girmeden, bu önemli konuya değinmiş Çarşamba yazısında. Medyada başka eleştirel, sorgulayıcı yaklaşıma rastlayamadım. Geçmişte koca koca Genel Yayın Yönetmemlerinin, Ankara temsilcilerinin, kıdemli köşe yazarlarının haki operasyon elbiselerini giyinip askerlerle birlikte Güneydoğu turlarına katıldığını unutmayalım!
Mesela Salı günkü diyalog toplantısında sınır ötesi operasyon ya da genel olarak TSK’nın PKK’ye karşı operasyonları konusunda bir gazeteci çıkıp da ‘Efendim, 1984’den bu yana yurtiçi ve sınırötesi operasyonlara rağmen Kürt meselesi askeri olarak neden hala çözülemedi?’ sorusunu soramıyor. Genel Kurmay’ın savunma muhabirliği özel mesleki eğitiminden geçenler gelecekte bu soruyu sorabilecek mi?

Asker ve siyaset: Salı günkü Diyalog toplantısında soğukkanlı Genel Kurmay Başkanının sukunetini iki kez yitirdiği belirtiliyor. ‘Asker ve şehit üzerinden siyaset yapılması’ yani TSK’nın siyasete müdahalesi bir de ‘TSK’dan gizli bilgilerin sızdırılması’ meselesi. Orgeneral Başbuğ’un ‘TSK, PKK’yi kasıtlı olarak bitirmiyor’ tezini savunanlara, kendini tutamayıp ‘Hain’ demesi de , askerin hoşgörü sınırlarını faş ediyor. Salı günü kürsüde konuşan kişinin üzerinde askeri üniforma olmasa, yaptığı konuşma metnini incelesek, konuşma yapan kişiyi rahatlıkla bir Başbakan ya da bir siyasi parti lideri olarak algılayabiliriz. Orgeneral Başbuğ, AB, ABD, Gürcistan, laiklik, Kürt meselesi dahil gündemdeki mevcut tüm siyasi konular hakkındaki görüşünü yani TSK’nın görüşlerini açıkladı. Bu siyaset değil mi? Herhangi bir Batı demokrasisinde bir Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’unki gibi bir toplantı düzenlese, hükümet ertesi gün bu askeri yetkiliye işten el çektirir.

Asker ve Halk:
Resmi literatür ve jargonda ordu, ‘Milletin gözbebeği’ olarak geçer. Bu oftalmolojik benzetmeye hep çok şaşırmışımdır. Kürşat Bumin, bir yazısında ordunun, milletin değil devletin yasa ile kurulmuş bir kurumu olduğunu hatırlattı. Zaman zaman er ve erbaşların sınıf kökeni hatırlatılarak, TSK’nın halkın ordusu olduğu da öne sürülür. Halkın ‘atanmış’ ordusu 27 Mayıs’ta, 12 mart ve 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta ve çoğu zaman yurttaşların çoğunluğunun tercihini zorla değiştiren bir kurum olarak, bu ‘Halkın Ordusu’ sıfatını her zaman hak etmiyor. Köylü direnişlerini, işçi grevlerini bastıran bu ‘Halkın Ordusu’, kendi ülkesinin halkının bir kısmının yaşadığı bölgeleri bombalayıp köylerini de boşalttı, hatırlarsanız...Orgeneral Başbuğ’un göreve geldikten sonraki ilk Güneydoğu gezisindeki ‘Van Hadisesi’ yine gündeme geldi. Genel Kurmay Başkanı Van’da arabadan inip halkın arasına karışmış, planlı olmayan bu ‘sıcak temas’ (?) 25 dakika sürmüş ve Başbuğ’u çok etkilemiş. Aslında halkın ordusunun komutanının halkın içine girip yurttaşla sohbeti kadar doğal bir şey olmasa gerek. Ama nedense bu hadise pek önemsendi. Hatta Başbuğ ‘Ben hayatımda böyle sıcak ilgi görmedim’ mealinde açıklamalar yaptı.

TSK ve Ergenekon:
Orgeneral Başbuğ’un bu konudaki açıklamaları kendi içinde pek tutarlı görünmüyor. Tutuklu orgenerallere yapılan cezaevi ziyareti, Genel Kurmay’ın sitesinde, resmi bildiride, ‘Kurumsal’ olarak nitelendirilmişti. Başbuğ, Salı günkü toplantıda ise ziyaretin ‘İnsani’ boyutuna ağırlık veriyor. O zaman ‘Veli Küçük insan değil mi?’ diye sormazlar mı?


Sonuç olarak,
uslup değişikliğine rağmen, Genel Kurmay’da medya ile ilişkiler açısından değişen bir şey yok. Orgeneral Başbuğ, belli ki seleflerinden daha profesyonel ayrıca da onların sırtındaki yumurta küfelerinden yoksun.
Üstelik, medya ile ilişkiler neticede, bir siyasi, bir ideolojik tutumun bir başka alana yansımasından ibarettir. TSK’nın, kendisi, Türkiye, Kürt, Ermeni, irtica gibi sorunlara yönelik temel yaklaşımlarında radikal bir değişiklik olmadıkça medya ile ilişkiler de nüanslar hariç eskisi gibi süreceğe benzer. E zaten mevcut Türk egemen medyasının da bu ilişki türünden özel olarak rahatsız olduğuna dair en küçük bir belirti yok ki...Yakında Zaman ve akredite olamayanların bir kısmı da Genel Kurmay salonlarına adım attığında sorun büyük ölçüde çözülmüş olacak, değil mi?
Rahat!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle