Ana içeriğe atla

Gazeteci iktidar ilişkileri ve Altemur Kılıç örneği

25 Ağustos 2008 Pazartesi, 06:34 AÇIK GÖRÜŞ Star Gazetesi

Altemur Kılıç’ın anılarını gazeteci-iktidar ilişkileri perspektifinden okuduğunuzda, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana bu alanda çok fazla değişiklik olmadığını anlıyorsunuz. Gazetecilik, iktidarın bir müştemilatı mı yoksa özgün bir meslek mi?

RAGIP DURAN*


ANI kitapları, içtenliği ve zenginliği ölçüsünde, günlük gerçeği yansıtmanın yanı sıra geçmişe bakışı sunuyor ve bazen de günlük pratikte ya da teorik-akademik çalışmalarda göremeyeceğimiz/ bulamayacağımız bilgi ve fikirleri okura veriyor.

Altemur Kılıç’ın Remzi Kitabevi’nden çıkan ‘Kılıç’tan Kılıç’a’ başlıklı anılarını yeni okudum. Kılıç, kendi anılarını yayınlamış olmanın yanı sıra babası, Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından Kılıç Ali’nin anılarını derleyip yayınlamış (İş Bankası Yayınları) olmaktan memnun ve mutlu olduğunu da belirtiyor. Baba Kılıç’ın anı kitabına henüz başlamadım, çünkü küçük yaştan beri gazetecilik tutkusu ile yanıp tutuşan ilginç bir şahsiyet olan Kılıç Junior’a öncelik vermek gerekiyordu. Altemur Bey’in anıları hoş, akıcı bir dille kaleme alınmış, içinde komik, trajik öyküler de var. Neredeyse Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yakın tarihi, Kemalist iktidarın İnönü dönemine kadar en önemli yöneticilerinden birinin oğlunun gözünden izlemek mümkün. Her göz seçicidir, anı yazarının da.

Öz gazeteci kimdir?

İşin siyasi ve ideolojik yanını konunun uzmanlarına (Cumhuriyetbilimciler ya da Cumhurologlar!) bırakıp bu yazıda Altermur Kılıç’ın gazetecilik pratiğine ve perspektiflerine bakmak istiyorum. Özellikle de gazeteci-iktidar ilişkileri açısından Kılıç’ın yaşadıkları ve yazdıkları deşilmeye değer.

Ama belki de önce gazetecilik mesleğinin, her ne kadar evrensel bir alan da olsa, yerel tarih, kültür ve gelenek bağlamındaki özgünlüklerine değinmekte yarar var. Gazetecilik, Avrupa’da daha ilk baştan ticaret burjuvazisinin çıkarlarına hizmet etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için doğdu. Gazeteciliğin önemli bir üstyapı kurumu haline gelmesiyle bu mesleki uzmanlık alanına akademisyenler de katkıda bulunmaya başladı, dönemlere göre kaçınılmaz olarak siyasetçiler de gazetecilik ortamının yerli birer aktörü ve/veya nesnesi oldu. Başta Arap dünyası olmak üzere genel olarak Doğu’da gazetecilik, doğum macerasının başlangıcından itibaren siyasi iktidarın kapalı av alanı içinde gelişmek zorunda kaldı. Mesela Türkiye’de ilk gazeteyi Saray’ın çıkarmış olması yetmiyormuş gibi, ilk gazetecilerin çoğu da maaşlı devlet memurlarıydı. Bugün hala özellikle taşranın orta ve küçük il ve ilçelerinde TRT ya da Anadolu Ajansı’nın muhabirliğini, vilayetin ya da belediye’nin kaleminde çalışan insanlar üstlenir. Çünkü onlar zaten güvenilir insanlardır! Doğu’da gazeteciliğin özgün bir meslek olarak gelişmesini önleyen bu iktidar engeli, bir süre sonra kadro açığını yazar takımıyla kapatmaya çalışır. 80’lere kadar birçok edebiyatçı geçimini gazetecilikle sağlayabiliyordu. Latin Amerika’da benzeri durumun örneği Gabriel Garcia Marquez’dir, biz de Yaşar Kemal...

Milliyetçi ve mağdur

Dönelim şimdi Altemur Kılıç’ın anılarına. Baba Kılıç Ali’nin Ankara’da Gazi’nin yanından ayrılamaması nedeniyle, halalar, yengeler, dayılar, amcalar arasında ama bu arada refah düzeyi yüksek köşklerde geçen bir çocukluk ve ilk gençlik yılları... Ki bence anıların en güzel yanı. Bilahare Robert Kolej gibi önemli bir liseden mezuniyet, sonra muhabir yardımcılığından başlayan mesleki kariyer anılarda güzel güzel anlatılıyor, canlanıyor. Sonra İstanbul, Ankara, Washington, Paris, New York’un da işin içine girdiği, bir kısmı doğrudan gazetecilik geri kalanı da basın müşavirliği, basın-yayın genel müdürlüğü olarak ifa edilen görevlerin dökümü. Altemur Bey’in anılarından iki özelliğini anlamak hemen mümkün: Birincisi koyu bir Türk milliyetçisi olduğunu tekrar tekrar belirtiyor yazar. Kılıç’ın milliyetçiliği, babasından ve amcasından geçmiş resmi kayıtlara göre ama Robert Kolej öğrencisi iken Hitler selamı verdiğini övünerek ve cüretle anlatması bir samimiyet belirtisi olarak mı algılanmalı yoksa Batı Avrupa’da doğrudan suç sayılan bir itiraf mı?

Yazarın ikinci özelliği, paranoyak düzeyde yani olağanüstü bir mağduriyet amatörü olması. Kılıç hangi göreve gelse, mutlaka bileğinin hakkıyla geliyor ama rakipleri, meslektaşları onu sürekli kıskanıyor ve alaşağı etmek istiyor. Bütün dünya Kılıç’la uğraşıyor adeta ve başarılı olmasını önlemek için herkes bir şeyler yapıyor. Bu haleti ruhiyedeki yazar, kaçınılmaz olarak eski defterleri de bir bir dürüyor. Anılarda hesaplaştığı insanların hepsi hayatta mı bilmiyorum ama insan kendi geçmişini aklamak ve rakiplerini eleştirmek için anı kitabı yazıyorsa, burada bir sorun var demektir. 50 belki de 60 yıl önce meydana gelmiş ve en fazla 3-5 kişiyi ilgilendiren olaylar hakkında kişisel yargı ve ithamlarda bulunmak yazarı rahatlıyordur belki de hedef alınan kişiyi güç duruma sokabilir, okuru da devre dışı bırakabilir. Kılıç’ın bu iki töz niteliği (Milliyetçilik ve egosantrik komplo kurbanlığı) kaçınılmaz olarak gazeteciliğine de yansıyor.

Bu Kılıç kimi keser?

Altemur Bey’in önce tek parti döneminde sonra da DP devrindeki gazeteciliği esas olarak kamuyu, haber, bilgi ve zengin yorumlarla aydınlatmaya yönelik, herkesin bildiği türden bir gazetecilik/ habercilik değil. Çünkü Kılıç, siyasi ve ideolojik olarak angaje bir şahsiyet. Gazetecilik bu siyasi angajmanın bir aracı, bir tezahürü sadece. CHP döneminde muhalif, DP döneminde kendi deyimiyle ‘embedded’ (gömülü) gazetecilik yapıyor. Hoş, bu ‘yeni’ gazetecilik türünü Amerikalılar 2003 Irak işgalinde yaratıp/keşfettiklerini sanır ama Türkler, insanlığa yoğurda su ve tuz ekleyip ayranı sunmanın yanı sıra Amerikalılardan hatta Kılıç’tan çok önce embedded gazeteciliği yaratıp uygulamış bir millettir. (Bkz. Yunus Nadi-Atatürk ilişkileri).

Washington hayranlığı

Çok uzun (Allah daha nice uzun ömürler versin...) meslek hayatında muhabirlikten Ankara temsilciliğine, köşe yazarlığından genel yayın yönetmenliğine kadar gazeteciliğin farklı alanlarında görev yapan Kılıç, yurtdışında Türk elçiliklerinin basın müşavirliğini, Ankara’da Basın-Yayın Genel Müdürlüğünü yapmış ayrıca da BM’de uluslararası memur olarak da önemli deneyimler kazanmış.

Şimdi Kolej mezunu ardından kendi çabasıyla New School’ları filan bitirmiş bir insan (Esas olarak da gazeteci) meslek hayatının zirvesi olarak ne düşler? Gazete sahipliği olabilir değil mi? Hayır! Kendisi, olamayacağını bile bile Büyükelçilik koltuğuna göz koymuş. Açıkça yazıyor. Ve tabi yine kem gözler ve muhalif dilliler, Kılıç’ın büyükelçi olmasını engelliyor.

Kılıç’ın anılarında önemli bir yer tutan mevzuu da Amerika Birleşik Devletleri. Hani bu keskin, koyu ve köklü Türk milliyetçisinin, ülkesinin gelişmesini önleyen, onu sömürgeleştirmeye kalkışan bu büyük devlete karşı, siyasi olarak minimum düzeyde de olsa karşı çıkması, eleştirmesi beklenir değil mi? Aksine Kılıç tercüman-asker olarak katıldığı Kore Savaşı’nı ballandırarak anlatıyor. Ankara-Washington ilişkilerinde de Washington’a toz kondurmuyor.

Kılıç’ın bırakın bir gazeteciyi, şiddet karşıtı barış yanlısı herhangi bir yurttaşta rastlanmayacak dozda askeriye hayranlığı var. Militaro-nasyonalizm bu olsa gerek... 27 Mayıs bu anlamda bir kuraldışı teşkil etse de, bu darbede kurum olarak ordu değil bazı üst düzeyli subaylar olumsuz sanki...

Angaje gazetecilik

Menderes’e iş işten geçtikten sonra yönelttiği eleştirilerin ise pek kıymeti olmasa gerek. Yassıada muhabbetlerinde de sağcılığın kızgınlığını okumak mümkün. 27 Mayıs’ı ‘kışkırtanlar’ arasında TKP’nin bulunduğunu da öne sürüyor yazar. Bir kanaat olarak tabi, öyle bilgisi belgesi olan bir önerme değil bu.

Sonuç olarak Kılıç’ın kitabını, ilginç bir şahsiyetin geçmişi olarak okumak mümkün. Yakın dönem siyasi tarihine milliyetçi gözlüklerle bakan bir gazetecinin sevinç ve üzüntülerinin bir derlemesi olarak da okunabilir bu kitap. Ne var ki bana ilginç gelen, aslında bugün hala hüküm süren iktidar yanlısı, siyasi olarak angaje bir gazetecilik faaliyetinin dökümü. Kılıç’ın anılarında okur yok, yurttaş yok, toplum çok az, kamu çıkarı nanay... Siyasiler arasında laf taşıyanlar, iktidar sahiplerine yaramak için haber/yazı yazanlar, Cumhurbaşkanları ya da Başbakanların yanında arz-ı endam etmenin önemli bir gazetecilik faaliyeti olduğunu sananlar bugün de piyasada kol geziyor hatta çok makbul insanlar olarak sunuluyor.

Altemur Kılıç’ın manevi ve mesleki oğulları kızları, torunları medya dünyasında bugün de var. Bir kısmı hala sağcı, bazıları hükümet gereği Müslümanî, bunların arasında solculuk taslayanları da var, bir yeni moda liberal versiyonlarını da görüyoruz. Mühim olan Kılıçgillerin bu ‘Korkunç Medya Manzarasında’ (Panorama Scriptum Horribilis) hakiki gazeteci olmadığı. Büyükelçi de olamıyorlar, yazık!...

ragip137@yahoo.com


*Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd