Ana içeriğe atla

Savaşın farkında mısnız?

SAVAŞIN FARKINDA MISINIZ? · Bilgisayar oyunu gibi...Önyargılar gerçeğe karşı...Gazetecilik değil propaganda yapılıyor...Şiddet, gerçeği ve sağduyuyu yani barışı vuruyor... Ragıp DURAN Cengiz Aktar geçenlerde Fransız Libération gazetesinde Sarkozy hakkında önemli bir makale yayınladı: Nicolas ve Türkler (http://www.liberation.fr/rebonds/297625.FR.php). Cengiz bu yazıda, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye karşıtı politikalarının gerekçelerini ve anlamsızlığını teşhir ediyordu. Libération gazetesi okurları bu makaleye çeşitli tepkiler verdi. Ancak aralarında biri var ki, bir çok şeyi maalesef acı bir şekilde yüzümüze vuruyor: ‘Avrupa’da biz barış içinde yaşıyoruz. Siz ise savaş halindesiniz’. 9 kelimelik bu cümle, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini, hukuk devleti niteliğini, yapılan ve yapılamayan reformları belki biraz sinik ama her halükarda çıplak bir şekilde teşhir ediyor. Cümlenin açılmış tercümesi aslında şu: ‘AB, İkinci Dünya Savaşından sonra, savaşmış iki devletin girişimiyle barış için kuruldu. Türkiye ne hakla AB’den söz ediyor? Komşularınızla (Kıbrıs, Ermenistan) diplomatik ilişki kuramayacak kadar sorunlusunuz, bir başka komşunuzun topraklarını ayrıca da kendi topraklarınızı bombalıyorsunuz! ‘. Libération okuru, Erdoğan’ın, Babacan’ın, AKP yanlısı liberallerin söylemlerini 9 kelime ile berhava ediyor. Kemalistler ne zaman ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’şiarına sahip çıkacak? DIŞARIDAN BAKINCA Yoğun militarist propaganda-ajitasyon ortamında, Türkiye’ye dışarıdan bakabilmek öğretici oluyor. Sadece Irak ve Kürt medyası değil, ABD’de bile Türkiye’nin saldırgan politika ve uygulamalarına karşı giderek güçlenen bir muhalefet var. ‘Elimiz ağırdır’ diye manşet çekenler bu tepkileri okuyup bildikleri halde sayfalarına, ekranlarına yansıtmıyorlar tabi... Istanbul’un bazı semtlerinde cayır cayır arabalar yanıyor. Fırat Haber Ajansı bu olayları ‘Sivil İtaatsizlik’ olarak değerlendirip failler hakkında açık bir ipucu verdi. Toprağı bol olsun, kara şair Ece Ayhan, ‘Sivil İtaatsizlik’ deyimini pek tutmaz, ‘Uygar Başkaldırı’ derdi. Ben, Fransız kentlerinin banliyölerindeki olayları irdelerken, bu anlayışa yakın bir tahlil benimsemiştim. Istanbul’daki versiyonu için aynı görüşte değilim ama siyasi ve legal kanalların tıkanması bu tür eylem yöntemlerini kaçınılmaz olarak yaygınlaştırıyor. Yasallığı herhalde tartışılamaz, meşruluğu da bence kuşkulu. Ne var ki olayın kendisi, olayın tahlilinden daha önemli. Bir Parti Başkanı apar topar uçağın körüğünden gözaltına alınıyor. Sokaktaki insan, yoğun Türk milliyetçiliği atmosferinin etkisinde giderek daha kesif bir Kürt karşıtlığına seyrediyor. Medyanın hali ortada. Yangına körükle gidiyor. Bana ilginç belki de önemli gelen bir yaklaşım var: Aklı başında bir sürü insan, mesela benim öğrencilerim, çevremdeki gençler, kimi meslektaşlar, Genel Kurmay Başkanlığı ve Medya Kurmay Başkanlığının tüm bu haber tahrifatı ve haber gizlemesi operasyonunu gayet iyi ve rahat bir şekilde anlayıp, kavrıyor. Hatta Hürriyet gazetesinin okur tepkileri arasında bile, 16 Aralık operasyonunun ertesinde koparılan fırtına karşısında ‘Ben bu hainlerin cesetlerini görmedikçe bu haberlere inanmam’ şeklinde itirazlar bile yayınlandı. Yani Medyatik Gerçek, Hakiki Gerçek karşısında henüz bir üstünlik sağlayabilmiş durumda değil. Ne var ki Hakiki Gerçeğin önemli bir bölümü de son derece umut kırıcı, olumsuz hatta kaygı ve korku verici... Hakiki Gerçekte ve Medyatik Gerçekte savaş var Türkiye’de. 2001 ya da 2003’deki ABD’nin Irak saldırılarında olduğu gibi, akşam televizyonlarda savaş görüntüleri, bombardımanlar, vurulan hedefler gösteriliyor. Öldürülen ‘bölücü terörist’ sayıları, tahrip edilen silah ve sığınaklardan söz ediliyor. Dilimiz, medyanın da zorlamasıyla artık Savaş Dili. Zaten Orta Asya’dan bu yana geleneklerimize işlemiş, yatağı her daim hazır bir dil. Bu ortamda sağlıklı düşünmek, tahlil yapmak, gelişmeleri anlamaya, kavramaya çalışmak güç. Çünkü bir kere bir önyargı var: ‘Kürtler terörist ve bölücü’. Bir başka önyargı da ‘Kahraman ordumuz milletimizin gözbebeği’. Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak, vatan bölünmeyecek vs... Genel Kurmay Başkanlığının 25 Aralık tarihli açıklaması, (http://www.tsk.mil.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_1_Basin_Aciklamalari/2007/BA_41.html) Türk egemen medyasında hiçbir doğrulama yapılmadan, hiçbir süzgeçten geçirilmeden, üstelik abartılarak, süslenerek yayınlandı. Gazetecilik bu mu? Habercilik bu mu? NE DESE DOĞRU MU? Bu açıklama konusunda bence üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken bir dizi sorun var: · Bu açıklama ilk hava saldırısından 9 gün sonra yayınlandı. Çok geç değil mi? Üstelik Genel Kurmay Başkanlığının gerek daha önceki sınır ötesi operasyonlarında gerekse Türkiye sınırları içinde gerçekleştirdiği harekatlarda, açıklama hiçbir zaman bu kadar geç kalmamıştı. Neden? · Açıklamada, çok sayıda coğrafi isim ve rakam var. Tüm bu bilgiler, baştan doğru olarak kabul edilip olduğu gibi yayınlandı. Hangi gazete, bu açıklamada yer alan bilgileri, muhabirleri ya da başka kaynaklar aracılığıyla, yerinde gidip doğruladı, fotografladı, belgeledi? Türk egemen medyası hala neden apoletli? · Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bu kez iki önemli destekle bu operasyonları gerçekleştirdi, gerçekleştiriyor. Birincisi Amerikan istihbaratı, ikincisi de İsrail teknolojisi. Pilotsuz casus uçaklarının çektiği görüntülerin kenarındaki İbranice yazılar dikkatinizi çekmedi mi? TSK, Kuzey Irak’ta, başlarına çuval geçirilen özel tim mensupları dahil çok sayıda resmi, askeri ve sivil istihbarat mensubuna sahip olduğunu daha önce açıklamıştı. Amerikan, İsrail ve Türk istihbarat teknolojisi ve mensupları bu ilk hava saldırısının bilançosunun ancak 9 günde mi çıkarabildi? · Açıklamada belirtilen öldürülen PKK’li sayısı da tartışmalı. 150 ile 175 arasında deniliyor ve hemen ekleniyor ki, bu sayıya sığınaklarda öldürülenlerin sayısı dahil edilmemişmiş! Bu kadar sofistike savaş teknolojisi ve istihbaratla övüneceksin, ondan sonra da ortaya yuvarlak bir sayı atıp, bu sayıyı onla hatta yüzle çarpmaya da açık kapı bırakacaksın. · Görüntülerde evet bir takım hedefler vuruluyor. Ne var ki bu hedeflerin ne olduğu yolunda herhangi somut bir bilgi yok. Bu görüntülerin çekim tarih ve saati konusunda da bilgi yok. ABD Dışişleri Bakanı Powell’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki ünlü Power Point slayt göstersini hatırlıyorsunuz değil mi? Ben TSK’nin Powell gibi sahtekarlık yaptığını ima edecek konumda değilim. Ancak ‘Yüksek teknolojik’ görüntü bir dizi gerçeği gizlemek için sık kullanılan bir yöntemdir. Kuşkuyla karşılanmalı, irdelenmeli. Üç saatlik operasyon 1 dakikalık görüntüyle açıklanabilir mi? · TSK daha önceki açıklamalarında Kuzey Irak’ta yaklaşık olarak 3-4000 PKKli olduğunu bildirmişti. Bu kadar geniş kapsamlı bir operasyonda toplam olarak 175 PKKli öldürülmüşse, bunu zafer olarak göstermek doğru mu? · Kandil hariç, TSK’nın bombaladığı yöreleri 1989-99 yılları arasında bizzat gördüm. Bir gazeteci olarak bu bölgedeki PKK kamplarında da röportajlar yaptım. Daha önce de Filistin ve Afganistan’da benzeri çatışma/savaş alanlarında bulundum. Dünya savaş tarihi, Latin Amerika’dan Güney Doğu Asya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar hiçbir bölgede, hiçbir zaman gerilla yöntemi uygulayan kesimlere karşı, konvansiyonel yöntemlerle başarı kazanıldığını kaydetmemiş. Bu nedenle ‘Bütün teröristlerin kökü kazınana kadar’ ibaresiyle başlayan cümleler, ciddi bir askeri stratejinin dili değil, olsa olsa yine klasik bir ajitasyon-propagandanın ürünü. TSK, milliyetçiliğin ağır baskısı altındaki kamuoyunun bir kesimini ikna etmek, Şehit Ailelerini memnun etmek için bu tür operasyonlar gerçekleştiriyorsa, o kamuoyu da o şehit aileleri de, yapılan operasyon askeri çözümsüzlüğü derinleştirdiği hatta sürekli kılacağı için yine anlamsız ve olumsuz. Ama TSK, AKP hükümetine karşı Kürt kozunu kullanarak üstünlük sağlamak peşindeyse, bu alanda çok da başarısız olduğunu öne süremeyiz. · PKK’nin Irak’ın yanısıra İran, Suriye, Ermenistan topraklarında askeri, Türkiye ve Batı Avrupa’da da siyasi faaliyet sürdürdüğünü herhalde herkes biliyor. Meselenin belki de can alıcı noktası, kimi hesaplara göre ilk 26 sınır ötesi operasyondan istediği sonucu alamayan TSK, bu 27. operasyondan nasıl olumlu sonuç alabileceği...Arşivlere bakın, her sınır ötesi operasyon sırasında ve sonrasında Türk egemen medyası aynı muzaffer çığlıkları atmıştı...PKK bir-iki ay içinde yeniden bir askeri hedefe saldırırsa ne olacak? · PKK’nin de bu operasyonlar konusunda çok başarılı ve olumlu bir tutum içine giremediğini görüyoruz. TSK’nın psikolojik harekatına karşı PKK teknik olarak cılız sayılabilecek bir direniş gösterdi. PKK liderlerinin açıklamaları belki TSK’nınkiler kadar geç kalmadı ama ‘Sivil hedeflerin vurulduğu’ ya da ‘Operasyonun fiyaskoyla sonuçlandığı’ yolundaki iddialarını somut ve kanıt olarak sergileyemedi PKK. Açık bir şekilde ifade etmese de, PKK, TSK’yı Irak bataklığına çekme konusunda başarılı olduğunu ima ediyor. TSK’nın amaçlarından biri olan Barzani/PKK ayrılığını körükleme konusunda da, PKK’nin puan kazandığını söyleyebiliriz. Hele orta vadede Ankara/Washington ilişkilerinin istihbarat paylaşmadan kaygı paylaşmaya geçme olasılığını hesaba katarsak, PKK, çoğu zaman olduğu gibi, çelişki şiddetlendirerek ve kriz yaratarak, siyasi olarak güç kazanabiliyor. · Öte yandan DTP’nin ‘Akrabası dağda olan AKPli milletvekilleri hatta bakanlar var’ ve ‘Gerekirse sivil kalkan oluruz’ açıklamaları da, şiddete dayalı çözümü yumuşatacak türde yaklaşımlar olarak görünmüyor. DTP’nin, operasyonların bölge halkında ve Kürt silahlı militanlarının TC yurttaşı aileleri nezdinde yarattığı bunalım ve sıkıntıyı gündeme getirmesi önemli. Bu durum, sadece, PKK’ye bir şekilde yakın Kürt yurttaşları ile Türk devleti arasındaki uçurumu derinleştirmekle kalmıyor, bölge halkı ile AKP hükümeti arasındaki ilişkileri de zedeliyor. · Ferhat Kentel’in yazısında belirttiği üzere, TSK, ABD’nin izin ve onayı, İsrail’in desteğiyle ‘Milli’ bir harekat düzenliyor. Oysa ki geçmiş sınır ötesi harekatlarda TSK, Barzani güçlerinden yardım görmüştü. Sonuç olarak, Kürt meselesinde askeri çözümün, çözüm olmadığını kanıtlamak için daha kaç sınır içi ya da sınır ötesi operasyon yapılacak? Kaç siyasi parti daha kapatılacak? Kaç aydın, akademisyen, yazar, sendikacı Kürt haklarını savunduğu için mahkemeye çıkarılacak ya da hapisaneye gönderilecek? Savaş, bilinçleri ve gönülleri nasırlaştırmadan, şiddete son verip, barış görüşmelerinin ortamını yaratmak lazım, yoksa halimiz perişan. TSK ve medya dahil.
Yayınlandığı alan: http://www.sansursuz.com/haberler/templates/sansursuz_yazar.asp?articleid=
53863&zoneid=7&y=49

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd